Dinim İslam, İslamiyet, İslami Yazılar > Allah Dostlarının Hayatı >mevlana hazretlerinin hayatı

MEVLANA HAZRETLERİ’NE GÖRE KULLUĞUN BAZI ÖZELLİKLERİ (ALLAH DOSTLARININ HAYATI)

 

Kulluğun iki temel esası mevcuttur: Birincisi marifet, yani Allah’ı bilmek, ikincisi de, O’na layıkıyla ibadet etmektir. Bu husus da, Veda Hutbesi’nde şu cümle ile vurgulanmıştır:

 

“Ey Allah’ın kulları! Allah’tan korkmanızı, O’na itaat etmenizi vasiyet ederim.” Allah korkusu takvaya, takva ise marifete (Allah’ı bilmeye) götürür.

 

Kulluk, Allahü Teâlâ’ya teslimiyet ve itaat olduğuna göre, mahlûkat, her cinsi, her şekli ve her haliyle kuldur. Mühim olan, insanın bu teslimiyetin şuurunda olarak, fânî varlıklara değil, ibadet edilmeye layık olana kul olmasıdır. İbadete layık olan şüphesiz ki Allah’tır. Bu sebeple bütün peygamberler Allah’a davet etmiş ve kul olmanın örneğini göstermişlerdir.

 

Dikkat edilirse “Kelime-i Şehadet”in ikinci rüknünde Hz. Resûlü Ekrem’in (sav) kul ve resul olduğu ifade edilir. Kulluk öyle bir gerçek ki, peygamberlik sıfatıyla beraber zikrediliyor ve imanın ikinci rüknünde yer alıyor.

 

Kulluk mantığı, Allah’a iman ve hesap verme gerçeği üzerine oturtulmuştur. Kulluk, Allah’a yönelmenin, itaat edip teslimiyet göstermenin ve bu hususta bütün görevleri yerine getirmenin genel adıdır.

 

Kelime olarak ‘kulluk’, esir olmak demektir. İnsan her halükârda mutlaka esirdir. İnsan zayıf ve acizdir. Mutlaka bir şeye yönelecek ve bel bağlayacaktır. Neticede insan duygularının esiridir, ya iyi duygularının, ya da kötü duygularının esiridir.

 

İnsanın duyguları, yaratılış gayesine mutabık olarak Allah’ın istediği istikamette olmalıdır. Allah’a yönelen insan O’nun iradesinde fânî ve O’nun tecellisinde yok olur. Cenab-ı Hakk’ın tecellisine ermek, asıl hürriyettir.

 

Cenab-ı Hakk’ın tecellisinde asıl zevk ve hürriyetin nasıl tadıldığına dair Hz. Aişe (r.ha) validemizden bir haber rivayet edilir. Hz. Aişe anlatıyor: “Resulullah (sav) bir akşam ibadete dalıp, huzur-u ilâhîde zevke, muhabbete garkolmuştu. O zevk-i mânevî içerisinde iken yanına yaklaştım, benden haberi yoktu. Kendimi tanıttım, ‘Sen kimsin?’ diye sordu. ‘Aişe’yim’ dedim. ‘Aişe kimdir?’ diye sordu. ‘Hanımın Aişe’ diye cevap verdiğimde kendine gelmişti”.

 

Resûlü Ekrem öyle bir tecelli ve aşka dalmıştı ki, en yakını olan hanımını bile tanıyamaz hale gelmişti. İşte kulluk, bu zevki, bu muhabbeti yaşamaktır. İnsanın kendine ve etrafına faydalı olabilmesi bu yüce hali, kulluk zevkini yaşamasına bağlıdır. Bu bir sevgi hazinesidir. Bu sevgi hazinesine kavuşmak, onu etrafa verebilmenin şartıdır. İşte sahabe, bu yüce hale erdikleri için cihad zamanı şehadet mertebesi için sıraya giriyorlar: “Ya Resulellah! Dua et de, önce biz şehid olalım.” diyorlardı. Onlar, kulluk şuuruna ermiş ve ölümü yenmiş insanlardı.

 

Bu mantığı hak ve hürriyetlerin verilmesi ve teminat altına alınması açısından ele alırsak hemen şunu ifade edelim ki; hak ve hürriyetleri kendi nefsinde yaşamayan insan, onları başkalarına vaad edemez. İstese de veremez. Ancak kulluk yoluyla hürriyete kavuşan insan, hak ve hürriyetleri verme ve bunların emniyetini sağlama hususunda başarılı olabilir. Nefsine mağlup olmak suretiyle en büyük esaret içinde bulunan insan ne hak verebilir, ne de hürriyeti koruyabilir. Böylelerinin âdil davranması zaten mümkün olamaz. Zira, adâleti  tesis edecek kişinin önce adâleti kendi nefis dünyasında hakim kılması gerekmektedir. Aksi halde, başkalarına da veremez. Kulluktan uzak olup ahlâk-ı zemimede kalanlar merhametli ve âdil olamazlar. Sonuç olarak diyebiliriz ki, gerçekte âdil olanlar, ubûdiyet şuuruna ermiş gerçek Müslümanlardır.

 

Başta adâlet olmak üzere bütün mükemmel vasıfların sosyal bünyede de huzur ve sûkun getirmesi, hep kâmil imanın ve bu imandan kaynaklanan kulluğun meyvesidir. Kâmil iman ve gerçek anlamda kulluk, gerçek kâmil insanın en önemli ve belirgin vasfıdır.

 

Esasen, ubûdiyetin temelde mantığı, insanı temizlemektir. İbadetler insanı temizler, nefis ve kalb dünyasındaki mânevî kir ve mikropları ortadan kaldırır. Bir nevi, ibadetler, insanı tedavi eden ilaçlar gibidirler. İnsan temiz yaratılmıştır. İbadetlerle temizlenen insan yaratılış gayesine uygun olarak fıtrî özellikleriyle bir bütünlüğe kavuşur. Demek ibadetler, insanın iç dünyasını temizler, gizli mikropların hasta ettiği mânevî bünyeyi tedavi ederler.

 

Dikkat edilirse, İslâm’da cezanın mantığı da insanı temizlemek üzerinedir. Denilebilir ki, hak adına cemiyeti ve insanlığı kurtarmak için suça âdil ceza vermek de aslında ibadettir. Öyleyse, ibadetin mantığı ile tedavi edici cezanın mantığı birleşiyor, bütünleşiyor.

 

Bu çerçeveden bakıldığında, hak ve adaletin temin edilmesi için Kitap ve Sünnete ittiba etmenin, ubûdiyetin en önemli yanı olduğu anlaşılacaktır. Kitap ve Sünnete ittiba, ilâhî emanete sahip çıkmanın ve de istikamette kalmanın teminatıdır. Nitekim bu hususta Vedâ Hutbesi’nde Sevgili Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur:

 

“Ey Nas! Size öyle birşey bırakıyorum ki, ona sımsıkı sarıldıkça yanlış yola sapmazsınız. O da, Allah’ın Kitabı ve Resûlü’nün Sünnetidir”.

 

Aslında adâletin zedelenmesi yahut kaybedilmesi, hislerin ve beşerî zaafların işin içine girmesi sebebiyledir. Bunlardan korunmak için; hatâdan berî, en mükemmel ölçüleri hâvî, adâletin teminatı durumundaki Kitap ve Sünnete müracaat etmek gerekir.

 

Ekseriya, insan bir hususta hüküm verirken hisleri ona tesir eder ve neticede hisler insanı adâletten uzaklaştırır. Nitekim Hz. Resûlü Ekrem’e (sav) bakan Hz. Ebubekir ile Ebu Cehil’in Resulûllah’ı vasfetmesi birbirine tamamen terstir. Hz. Ebubekir (ra) O’nu övmekle bitiremezken ve O’na sevgisini izhar ederken, Ebu Cehil, O’nu yermekte ifrada varmıştır.

 

Gerçek şu ki; her yönüyle mükemmel ve zirvede olan Hz. Resûlü Ekrem’in yüceliği Hz. Ebubekir’in âdil ve berrak iç dünyasını ihya ederken kalbi mühürlü ve kasvetle dolu, hasetlik ve intikam duygusuyla gözü dönmüş ve kat kat perdelenmiş Ebu Cehil, Resûlullah’ın (sav) o berrak aynasında kendi çirkinliğini seyretmiş ve aslında alabildiğine kendini yermiştir.

 

Aslında bakılan, Âlemlerin Fahri ve Nuru Hz. Peygamber’di (sav). Bakışların neticesini farklı kılan ise menfî vasıflar ve beşerî zaaflardı.

 

Hüküm vermede, kuvvet unsuru da insanları etkilemektedir. Kuvvetliden korkmak ve onun yanında olmak, beşerî bir zaafiyettir. Halbuki hak, haklınındır. Kuvvetli, kuvveti ne olursa olsun haksız olduğu müddetçe ehl-i hak ve ehl-i basiret yanında zayıftır, acizdir. Bu hak ölçüyü korumak lazımdır.

 

Dünyaya ve olaylara bakışta hak ölçünün önemi büyüktür. Nitekim, farklı iki gözü Kur’an-ı Kerim haber veriyor:

 

“Yedi göğü, kat kat yaratan O’dur. O Rahman’ın yarattığında hiçbir düzensizlik göremezsin. Haydi çevir gözünü (semaya) görebilir misin, bir çatlak? Sonra gözü, tekrar (semaya) çevir, nihayet o göz, zelil ve hakir olarak sana döner, artık o, aciz kalmıştır.”

 

“Sağduyulular o kimselerdir ki, ayakta iken, otururken ve yatarken (daima)Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında Allah’ın varlığını ispat için iyice düşünürler ve şöyle derler: Ey Rabbimiz; sen, bunları boşuna yaratmadın. Sen, bâtıl şey yaratmaktan münezzehsin (berîsin).”

 

Demek ki; görüşün hak, hükmün âdil olması için insanın imanla birlikte ubûdiyetle kalbini temizlemesi, hak ve âdil ölçüye kavuşması esastır. Bütün bunlar, Hakk’a ittiba etme ve ubûdiyet çerçevesinde mütalaa edilmelidir.

 

İşte, hak ve hürriyetlerin teminatı olacak olan insan; kâmil, mükellef ve güzel sıfatlara haiz mükemmel insan (mü’min) olmalıdır.

 

İslâm’ın ve ‘tevhid’in temeli olan “Şehadet Kelimesi”, Resûlullah’ın önce kulluğunu, sonra da Resûl olduğunu ifade eder: “... Ve eşhedü enne Muhammeden Abduhû ve Rasûlüh: Şehadet ederim ki, Muhammed (sav) Allah’ın kulu ve resûlüdür”. Görülüyor ki kulluk, Şehadet Kelimesinde de yer alan temel bir rükündür. Kul olmak, hem yaratılışın gayesi, hem de insanın en şerefli halidir. Allah’a kul olmayanlar, fânî varlıklara kul olacaklardır.

 

Sevgili Peygamberimiz (sav) kulluğu övmüş, ona davet etmiştir. Kendisi de numûne-i timsal bir kul olmuştur. Kendisine; “Kul peygamber mi, yoksa melik peygamber mi olmak istersin”, teklifi yapılmış, Seyyidü’l-Mürselîn; “kul bir peygamber” olmayı sevmiş ve tercih etmiştir. O’nun yemesi, içmesi, yatıp kalkması, insanlarla münasebeti, gece ibadetleri, tefekkürü, muhasebesi her türlü takdirin üstünde olarak, zâhidâne idi:

 

“Resûlullah (sav) kadar kimse namaz kılamazdı. Mübarek ayakları, fazla kıyamda durmaktan şişerdi. Zikir yapanların da en çok zikir yapanı yine Resûlü Ekrem olurdu.” Hz. Aişe validemiz O’na; “Niçin bu kadar kendinizi yorarsınız? Halbuki Cenab-ı Hak, sizin günahlarınızı bağışlamıştır”, dediğinde, O; “Şükreden bir kul olmayayım mı?” cevabını vermiştir.

 

Resûlü Ekrem (sav) duasında: “Ey Allah’ım! Benim yaratılışımı ve ahlâkımı güzelleştir” ve; “Ey Allah’ım! Beni ahlâkların çirkinlerinden uzaklaştır ve koru”, buyurmuştur.

 

Resûlullah (sav), daima zikreder ve halkı da zikre davet ederdi. Çünkü, ibadetin özü zikirdir.

 

Ebu Hüreyre (ra), birgün halkı mescide davet ederek; “Koşunuz! Resûlullah mirasını dağıtıyor”, dedi. Halk mescide gelip miras dağıtıldığını göremeyince, Ebu Hureyre’ye dönerek ne demek istediğini sordular. Ebu Hüreyre onlara; “Ne gördünüz?” diye sorunca; “Kimisi Kur’ân okuyor, kimisi zikir yapıyor”, dediler. Ebu Hüreyre; “İşte Resûlü Ekrem’in mirası budur”  dedi.

 

Resûlü Ekrem’in hayatını örnek alan sahabenin, zühd ve takva hayatına Kur’ân-ı Kerîm şöyle işaret eder: “Yataklardan yanları uzaklaşır (gece teheccüd namazı kılmak için yanlarını yataklardan ayırıp kalkarlar), korkarak ve umarak Rab’lerine yalvarırlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler.”

 

“Geceleri az uyurlardı, seherlerde istiğfar ederlerdi.”

 

“Simaları, yüzlerindeki secde alametlerinden bellidir.”

 

Hz. Ebubekr‘in (ra), Allah aşkından ve zikrullahtan ciğerinin yanık koktuğu haber verilir.

 

Hz. Ömer (ra) de, çok ağlardı. Oğlu Abdullah diyor ki: “Ömer’in arkasında namaz kıldım. Üç saf arkada iniltisini duydum.”

 

Hz. Osman (ra), tefekkürü, korkusu çok olan bir âbid idi. O şöyle der: “Eğer cennet ile cehennem arasında bulunsaydım da hangisine gideceğimi bilmeseydim, nereye gideceğimi öğrenmeden önce kül olmayı tercih ederdim.”

 

Keza; Hz. Ali (kv) zâhidlerin başı, âbidlerin büyüğüdür. “Görmediğim Allah’a ibadet etmem” diyerek, ibadetindeki ihsan şuurunu ve takvasını ispat etmiştir.

 

Sevgili Peygamberimiz (sav), Vedâ Hutbesi’nde insanın yaratılış gayesini teşkil eden işte bu ubûdiyet gerçeğine işaret eder, insanları Allah’a itaate davet eder.

 

Esasen, kulluğun mazisi ‘Bezm-i Elest’e uzanır. Cenab-ı Hakk’ın, yarattığı ruhlara; “Ben, sizin Rabbiniz ve hâlikınız değil miyim?” sualine cevaben bütün ruhlar; “Sen bizim Rabbimizsin!” demişlerdi. Bu, ezelî bir kulluk muahedesi, anlaşması idi. Bu muahede yahut ezelî biat, ebede doğru uzanıp gidecekti.

 

Nitekim insan, ceset olarak çamurdan şekillenip ruh üflenince halifetullaha namzet bir kul haline geldi:

 

“Hani, Rabb’in meleklere; ‘Muhakkak Ben, yeryüzünde bir halife yaratacağım, demişti.”

 

Halife olma sıfatıyla kulluk mükellefiyeti birbirini tamamlar. Zira, halifelik vasfı, Allah’a kul olmanın ileri bir merhalesi veya kulluğun yüceliğine erme halidir.

 

Ve Cenab-ı Hak, kulluk şuuru ve vazifesiyle gönderdiği insana herşeyi hizmet ettirmiştir. Yeryüzü ve herşey insanın emrine verilmiş, insan da Allah’a kulluk için yaratılmıştır:

 

“Yeryüzündeki her şeyi, sizin emrinize müsahhar kıldı.”

 

İnsandaki bu üstünlük, fazilet ve şeref insanın çamur kalıbına üflenen nefhâ-i ilâhîden gelmektedir. Bu nefha, Hak’tan bir cevherdir ve fıtrî yapısı itibarıyla Hakk’a yönelmelidir. Cin ve insanların yaratılış gayesi zaten ibadettir. Çünkü ibadet ve kulluk; Allah’a dönüşün, Hakk’a seyr ü seferin gerçekleşme yoludur. Peygamberlerin görevi de, insanları ibadet yolu ile Hakk’a çağırmak ve çevirmektir.

 

İşte Vedâ Hutbesi’nde, üzerinde önemle durulan ubûdiyet gerçeği bu büyük mânâ ve hedefi yakalamak içindir.

 

Aslında, insanın yanında herşey Allah’a kulluk etmektedir. Şu âyet-i kerîmeler bunu anlatır:

 

“Göklerde ve yerde ne varsa; onlar da, gölgeleri de sabah-akşam, ister-istemez Allah’a secde eder.” “Yedi gökle yer ve bunların içinde bulunanlar O’nu tesbih ederler. O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiç bir şey yoktur.”

 

Şu husus katiyetle bilinmelidir ki, kâmil anlamda kulluğun gerçekleşmesi için nefis terbiye ve tezkiyesi şarttır. Hattâ denebilir ki, kulluğun önündeki engel, nefsin günahı ve kötülüğüdür. Nitekim bu gerçek, Vedâ Hutbesi’nin girişinde belirtilmiştir:

 

“Nefislerimizin fenalıklarından ve kötü emellerinden O’na sığınırız.”

 

Dikkat edilirse burada insanın iç yapısına dikkat çekilmektedir. Hakkını, hukukunu, hürriyetini dava ettiğimiz insan nedir? Bunun bilinmemesi halinde her reçetenin yanlış olacağı, her tedavinin hastalığı daha da vahimleştireceği ortadadır. İşte, ulûhiyet ve ubûdiyet gerçeğinden ve de insanın iç yapısından habersiz kişi ya da kuruluşların, insan hak ve hürriyetlerini tesbit etme ve vermede isabetli olamayacakları buradan anlaşılmaktadır. Günümüz psikologları ve sosyologları, aydınları ve de siyasîleri asıl bu hususta vahim bir yanlış ile karşı karşıyadırlar.

 

Resûlullah (sav) Efendimiz, bir diğer hadislerinde; “Senin en büyük düşmanın, iki koltuğun arasındaki seni kuşatan nefsindir.” buyurur.

 

Yine Peygamber Efendimiz (sav): “Şimdi biz, küçük cihaddan büyük cihada dönmüş bulunuyoruz!”, buyurdu. Ashab; “Büyük cihad nedir, ya Resûlellah?” dediler. Resûlullah (sav); “Nefis ile mücahededir.” diye cevap verdi.

 

Bu hayatî konuya Kur’ân-ı Kerîm de, ehemmiyetle temas etmektedir:

 

“Ve nedâmet çeken nefse yemin ederim ki...”

 

Hiçbir mükellefin nefsinden emin olamayacağını, Hz. Yusuf’un (as) ağzından hikâye yoluyla bir âyet-i kerîme bize anlatmaktadır: “Ben nefsimi temize çıkarmam. Zira nefis, kötülükle emreder.”

 

Kulun hidayete ulaşması; nefisle mücahedesiyle doğru orantılıdır: “Bizim için mücahede edenleri, bizim yollarımıza hidayet ederiz.”

 

Nefis terbiye ve tezkiyesiyle elde edilen mesut netice, ahlâk-ı hamidedir. Sevgili Peygamberimiz, kulluğun güzel ahlâkla tamamlanabileceğini her fırsatta vurgulamış, nübüvvetin gayesinin güzel ahlâkı tamamlamak olduğunu beyan etmiştir.

 

Hişam’ın oğlu Said anlatıyor:

 

“Aişe validemizin huzuruna girdim. Resûlullah’ın ahlâkından sordum. Buyurdular ki: ‘Sen, Kur’ân’ı okumuyor musun?’ Ben; ‘Evet, okuyorum’, dedim. Aişe validemiz; ‘Resûlullah’ın (sav) ahlâkı, Kur’ân’dır’  buyurdular.”

 

Resûlullah (sav) bir duasında; “Ey Allah’ım! Benim yaratılışımı ve ahlâkımı güzelleştir” ve yine; “Ey Allah’ım! Beni ahlâkların çirkinlerinden uzaklaştır ve koru” buyurmuştur.

 

İşte Mevlâna, temeli kulluğu kâmil anlamda gerçekleştirmek olan nefis terbiyesini gerçekleştiren tasavvuf yolunun bir müntesibi, bir kâmilidir. O halde Mevlâna’nın yolu, kâmil anlamda kulluğu gerçekleştirmektir şeklinde özetlenebilir.

 

Bu hususta bazı sözlerine yer verelim:

 

“Ey delikanlı, o yüce yolculuk için, mihrab yanındaki mum gibi kulluğa kıyam et, Hakk’a hizmetin kemerini belinden çıkarma.”

 

“Allah’a vuslatın hasreti ve O’na erişin talebiyle, fitili kesilmiş mum gibi sabahlara kadar gözyaşı dökerek yan, yakıl.”

 

Bu kulluk yolunda aklın, Kur’an’a tâbi olmasını, Resulullah’ın mesajına teslim olmasını ister:

 

“Aklı, Muhammed Mustafa’nın önüne kurban et; ‘Hasbiyallah’ de ki: Kula Allah yeter.”

 

“Eğer sen Mukaddes Kur’an’ın dergahına kaçarsan, orada bütün peygamberlerin ruhlarıyla görüşürsün.”

 

Mevlâna’nın şu sözleri de kulluğu önemle vurgular:

 

“Elinden geldiği kadar kul ol, sultan olma ‘Gûy’ denilen top gibi mütevazi ol, ‘Çavgan’ olma.”

 

“Her kul, köle olduğu kapıdan azad olunca sevinir, mesrur olur. Bense senin ulûhiyet kapında ne zaman kul, köle olursam, o vakit sevinir, şâd olurum.”

 

Ve Mevlâna’da kulluk aşk derecesini alır:

 

“Aşk içinde hayat bulan kimsenin yanında Allah’a kulluktan başka herşey küfürdür.”

 

MEVLANA HAZRETLERİ'NİN HAYATI” SAYFASINA GERİ DÖNMEK İÇİN

>>>TIKLAYIN<<<

Yorumlar

....

9. **Yorum**
->Yorumu: şahane bir site burayı sevdimm 
->Yazan: Buse. Er 

8. **Yorum**
->Yorumu: SIZIN SAYENIZDE YÜKSEK BIR NOT ALDIM SIZE TESSEKÜR EDIYORUM...
->Yazan: sıla

7. **Yorum**
->Yorumu: valla bu site çok süper .Bu siteyi kuran herkimse Allah razi olsun tüm ödevlerimi bu siteden yapiyorum.saolun mugladan sevgiler...:).
->Yazan: kara48500..

6. **Yorum**
->Yorumu: çok güzel bir site. kurucularına çok teşekkür ederim başarılarınızın devamını dilerim.
->Yazan: Tuncay.

5. **Yorum**
->Yorumu: ilk defa böyle bi site buldum gerçekten çok beğendim yapanların eline sağlık. 
->Yazan: efe .

4. **Yorum**
->Yorumu: ya valla çok güzel bisi yapmışınız. Çok yararlı şeyler bunlar çok sagolun 
->Yazan: rabia..

3. **Yorum**
->Yorumu: Çok ii bilgiler var teşekkür ederim. Çok süper... Ya bu siteyi kurandan Allah razı olsun ..... süperrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrr. Çok iyiydi. isime yaradı. Her kimse bu sayfayı kurduğu için teşekkür ederim 
->Yazan: pınar..

2. **Yorum**
->Yorumu: çok güzel site canım ben hep her konuda bu siteyi kullanıyorum özellikle kullanıcı olmak zorunlu değil ve indirmek gerekmiyor
->Yazan: ESRA..

1. **Yorum**
->Yorumu: Burada muhteşem bilgiler var hepsi birbirinden güzel size de tavsiyeederim. 
->Yazan: Hasan Öğüt.

>>>YORUM YAZ<<<

Adınız:
Yorumunuz:


 




Eklediğiniz yorumlar/yazılar/font>
onaylandıktan sonra siteye eklenecektir.