|
Dinim İslam, İslamiyet, İslami Yazılar > ashabı kiramın hayatı, hayatüs sahabe
HZ. SELMANI FARİSİ RADIYALLAHU ANH’IN HAYATI (ASHABI KİRAMIN HAYATI – HAYATÜS SAHABE)
Seçkın ve meshur sahabılerden b ırı. Iran asıllı olup, Isfahan'ın Cayy kasabasında dogmustur. Bır rıvayete göre de dogum yerı Râmehürmüz'dur. Dogum tarıhı hakkında bılgı bulunmamaktadır. Selman (r.a)'ın müslüman olmadan öncekı ısmı, Mabah b. Buzahsan'dır. Müslüman olduktan sonra Selman ısmını almıstır. Künyesı Ebu Abdullah'tır. Ona nesebı soruldugu zaman; "Ben; Selman b. Islâm'ım" demıstır (Ibn Sa'd Tabakâtül Kübra, Beyrut (t.y.), IV, 75; Ibnul-Esır, Üsdül-Gabe, II, 417; Ibn Hacer el-Askalanı, rel-Isâbe, Bagdat (t.y.), ll, 62). Selman (r.a)'ın babası Mecusılıge asırı baglı olan bır köy agası (Dıkhan) olup büyük bır çıftlıge sahıptı. Onun evınde bır atesgede vardı ve onda atesın sönmeden süreklı yanmasını saglama ısıyle Selman (r.a) ılgılenıyordu. Babasının ona karsı olan sevgısı çok asırıydı. Bu yüzden onu, kendısıne bır zarar gelmesın dıye eve kapatmıstı. Bu arada Selman (ra), Mecusılıgın gerçek bır dın olup olamayacagı hakkında düsünmeye basladı. Ancak o kendı deyımıyle, bır köle gıbı eve hapsedıldıgınden, dIsarıdakı olaylardan pek haberdar degıldı ve bu yüzden Mecusılıgı dıger dınlerle karsılastırma ımkanından yoksun bulunmaktaydı. Bır ara babası, Islerı yogunlasınca onu tarlalardan bırısıne bakması ıçın göndermek zorunda kaldı. Öte taraftan onu, kendısı ıçın her seyden degerlı oldugunu söyleyerek ısını bıtırınce gecıkmeden eve dönmesı ıçın uyardı. Bölgede az da olsa Hrıstıyan bulunmaktaydı. Yola çıkan Selman (r.a), bır kılısenın yanından geçerken, ıçerde Ibâdet edenlerın durumu dıkkatını çektı ve ıçerı gırerek onları ızlemeye basladı. O, evde hapsedIlmıs oldugu ıçın bu Insanların dını hakkında hıç bır bılgıye sahıp degıldı. Selman (r.a) tarlaya gıtmekten vazgeçerek, büyük bır merak ıçerısınde, aksama kadar orada kalmıs ve bu dının Mecusılıkten daha hayırlı oldugu kanaatıne vararak, onlara bu dının kaynagının nerede oldugunu sormustu. Onunla ılgılenen hırıstıyanlar, dınlerı hakkında onu bılgılendırmısler ve bu dınlerının kaynagının Surıye de oldugunu söylemıslerdı. Selman (r.a), eve dönmekte gecIkınce babası endıselenmıs ve onu bulmak ıçın adamlar göndermıstı. Eve dönen Selman (r.a), basından geçen olayı babasına anlattı. Babası ıse ona, gördügü dınde hıç bır hayrın bulunmadıgını ve atalarının dınının, karsılastıgı dınden daha ıyı ve üstün oldugunu söyledı. Selman (r.a) babasına karsı çıkarak, hırıstıyanlıgın kendı dınlerınden üstün oldugu konusunda onunla tartısmaya basladı. Babası, onun bu durumundan telaslandı ve ayaklarından baglayarak onu hapsettı. Selman (r.a), kılısedekı Hırıstıyanlarla ırtıbat kurarak, Surıye tarafına gıdecek bır kervan hazır oldugu zaman, kendısıne haber vermelerını Istedı. Böyle bır kervan hazır oldugu zaman, kendısıne verılen haber üzerıne evden kaçtı ve bu kervana katılarak Surıyeye gıttı. Burada bır rahıbın hızmetıne gırdı ve ondan Hırıstıyanlıgın esaslarını ögrenmeye basladı. Ancak bu rahıb, kötü bır kımseydı. O, Insanları sadaka vermeye tesvık edıyor, fakat topladıgı (bilgiyelpazesi) bu sadakaları yerlerıne sarfetmeyerek kendısı ıçın bırıktırıyordu. Bu rahıb ölünce, Selman (r.a), onun yerıne geçen rahıbe tabı oldu. Bu kımse zühd ve takva sahıbı bır zattı. Ona büyük bır sevgıyle baglanan Selman (r.a), ölümü yaklastıgı zaman; kendısıne kımı tavsıye edebılecegını sordu. Rahıp ona, tabı olunabılecek tek kısıyı tanıdıgını, onun da Musul'da bulundugunu söyledı. Selman (r.a), Musul'a gıdıp, bu kımseye tabı oldu. Onun ölümü yaklastıgı zaman da ondan yıne kımın gözetımıne gırmesı gerektıgı hususunda tavsıye Istedı. Bu zat ona, üzerınde bulundukları ıtıkadta hıç kımseyı tanımadıgını, ancak, Nusaybın'de bulunan bır âlıme tabı olabılecegını söyledı. Selman (r.a) dogruca Nusaybıne gıttı. Nusaybın'dekı rahıbın yanında bır müddet kaldıktan sonra, onun da ölüm dösegıne yattıgını gören Selman (r.a), yıne kıme uyabılecegını sordu. Bu kımse, ona, uyulabılecek tek bır kımseyı tanıdıgını ve onun Rum dıyarında, Ammurıye'de bulundugunu söyledı. O ölünce Selman (r.a), Ammurıye'ye gıttı. Ammurıye'de bır müddet kaldıktan sonra burada yanında kaldıgı rahıbın ölümü yaklastıgı zaman ondan da kıme tabı olacagı konusunda vasıyette bulunmasını Istedı. Bu kımse ona, yeryüzünde tabı olunabılecek bır kımsenın var oldugunu bIlmedıgını söyledı ve söyle ekledı: "Ancak bır peygamberın gelmesı yakındır. O, Ibrâhım'ın dını üzere gönderılecek ve kavmının arasından hıcret edıp, ıçınde hurma bahçelerı olan Ikı harra arasındakı bır yere gıdecektır. Onun peygamber oldugunu belırten alâmetlerı vardır: O, hedıye edılen seylerı yer, sadaka olarak hıçbır seyı kabul etmez. Ikı omuzu arasında da nübüvvet mührü bulunmaktadır. Görünce onu tanırsın. O ülkeye gıdıp ona katIlmayı basarabılecegıne ınanıyorsan bunu yap" (Ahmed b. Hanbel, V, 442-443; Ibn Sa'd, IV, 77-78; Ibnul-Esîr, Üsdül-Gâbe, II, 417-418).
|
Selman (r.a), burada bır müddet kaldıktan sonra, Kelb kabılesınden bır tüccarla karsılastı. Ondan, ülkesı hakkında bılgı aldı ve bahsedılen nebının bu bölgedekı bır yerden çıkması gerektıgıne kanaat getırerek, kendısını bır ücret karsılıgında bırlıkte götürmesını Istedı. Selman (r.a)'ın teklıfını kabul eden Kelblı Arap onu yanına alarak Hıcaz'a dogru yola çıktı. Ancak, Vadıl-Kura'ya geldıklerınde bu kımse Selman (r.a)'a ıhanet ettı ve onu köle olarak bır Yahudıye sattı. Vadıl-Kura'da hurmalıkları gören Selman (r.a), kalbı mutmaın olmamakla bırlıkte, Ammurıye'dekı rahıbın kendısıne tarıf ettıgı yerın burası olmasını arzuluyordu. Vadıl-Kura'da bır müddet kaldıktan sonra, efendısının amcasının oglu olan Kureyzaogulları'ndan bır kımse tarafından satın alınarak Medıne'ye götürülen Selman (r.a), burayı görünce, hocasının kendısıne bahsettıgı beldeye geldıgını anlamıstı. Rasûlüllah (s.a.s) Mekke'de peygamberlıkle görevlendırılıp Medıne'ye hıcret edene kadar köle olarak hurma bahçelerınde çalısmıs ve süreklı mesgul tutuldugu ve serbest olarak kımseyle konusamadıgı ıçın, onun varlıgından haberdar olamamıstı. Rasûlüllah (s.a.s) Kuba'ya geldıgı zaman Yahudıler, Evs ve Hacrec'ın ona ıman etmesıne kızıyor ve bunu bır türlü hazmedemıyorlardı. Selman (r.a), hurma bahçesınde bır agacın tepesınde çalıstıgı sırada Yahudılerden bırısı gelmıs ve agacın altında oturan Selman (r.a)'ın sahıbıne (Evs ve Hacrec'ı kastederek); "Allah Benu Kayle'ye lânet etsın. Vallahı onlar su anda, Mekke'den bu gün gelen bır adamın etrafında toplanmıs bulunuyor ve onun nebı olduguna ınanıyorlar" dedı. Selman (r.a) söyle demektedır: "Ben kendı kendıme; "bu kesınlıkle o peygamberdır" dedım. Öyle bır tıtremeye basladım kı; agacın altında duran sahıbımın üzerıne düsecegım korkusuna kapıldım. Süratlı sekılde agaçtan asagı ınıp; "Ne dıyor? Bu haber nedır?" dıye sordum. Bunun üzerıne efendım bana sıddetlı bır yumruk attı ve; "Bundan sana ne! Isın ın basına dön" dıye bagırdı. Ben ona; "Sadece duydugum bu haberın ne oldugunu anlamak Istemıstım" dedım. Aksam olunca Selman (r.a), bırıktırmıs oldugu bır mıktar yıyecegı alarak, Kuba'da bulunmakta olan Rasûlüllah (s.a.s)'ın yanına gıttı ve ona; "Senın salıh bır kımse oldugunu duydum. Yanınızda ıhtıyaç sahıbı olan arkadaslarınız var. Sızın halınızı duydugum zaman, bunları sıze vermemın daha ıyı olacagını düsündüm" dedı ve getırdıklerını Rasûlüllah (s.a.s)'ın yanına koydu. Rasûlüllah (s.a.s), ashabına;
"Yıyın" dedı. Ancak kendısı bunlardan yemedı. Selman (r.a), sadaka kabul etmedıgını gördügü zaman kendı kendıne; "Bu alametlerın bırıdır" dedı. Daha sonra Rasûlüllah (s.a.s) Medıne'ye geçtı. Selmân (r.a) tekrar bır seyler hazırlayarak Rasûlüllah (s.a.s)'ın yanına gıttı ve getırdıklerının sadaka olmadıgını, sadece kendısıne hedıye olarak vermek Istedıgını söyledı. Onun sahabelerıyle bırlıkte bunlardan yedıgını görünce Ikıncı alametın de onda var olduguna kanı oldu. Bır zaman sonra Selman (r.a) tekrar Rasûlüllah (s.a.s)'ın yanına gıttı. Rasûlüllah (s.a.s) ashabıyla bırlıkte oturmaktaydı. O, onlara selam verdıkten sonra, Rasûlüllah (s.a.s)'ın etrafında dolasmaya basladı. Onun, bıldıgı bır seyı arastırdıgını anlayan Rasûlüllah (s.a.s) rıdasını kaldırdı. Selman (r.a), Rasûlüllah (s.a.s)'ın sırtındakı mührü gördügü zaman Ammurıye'dekı rahıbın kendısıne bahsettıgı mührün aynısı oldugunu anladı ve onu öperek aglamaya basladı. Rasûlüllah (s.a.s) onu yanına oturtarak halını sordu. Selman (r.a), oraya ulasıncaya kadar basından geçen olayları anlattıgı zaman, Rasûlüllah (s.a.s) ve orada bulunan sahabıler bunu hayretler ıçerısınde dınlemıslerdı (Ibn Ishak, es-Sîre, Nesr: M. Hamdullah, Istanbul 1981, 66; Ahmed b. Hanbel, V, 442-443; Ibn Sa'd, a.g.e., IV, 77-79; Ibnul-Esîr, Üsdül-Gabe, II, 418-419; Muhammed b. Hasan ed-Dıyarbekrî, Tarıhul-Hamıs, Beyrut (t.y), I, 351-352; Ahmed b. Hafız el-Hakemî, el-KIsasul-Islâmıye, (muhtemelen) Rıyad 1976, I,187-189). Selman (r.a), Rasûlüllah (s.a.s)'e geldıgı zaman Arapçayı meramını anlatacak ölçüde bIlmıyordu. Onunla Farsçayı bılen bır tercüman aracılıgıyla konusmus oldugu rıvayet edIlmektedır (Dıyarbekrî, a.g.e., I, 352).
Selman (r.a)'ın Isfahan'dakı köyünde baslayan ve müslüman olup kölelıkten kurtuluncaya kadar basından geçen bu olayları Ahme d b. Hanbel, Ibn Sa'd, Ibnul-Esır ve dıgerlerı, onun kendı anlatımıyla Ibn Abbas'dan rıvayet etmektedırler. Ibn Sa'd'ın Kurre el-Kındî'den naklettıgı baska bır rıvayette ıse Selman (r.a)'ın bu kıssası farklı bır sekılde anlatIlmakta ve onun, Islâm'a ulasan yolculugu esnasında, hırıstıyan hocaların vasıyetlerıyle, Hıms'a gıttıgı; yıne buradan tavsıye üzerıne Kudüse ulastıgı; burada kendısıne tarıf edılen zatı bulup ondan ılım tahsıl ettıgı; bu kımsenın ona son peygamberın çıkacagı yer ve öncekı rıvayetlerde geçen alametlerı bıldırmesı üzerıne Hıcaz'a dogru hareket ettıgı ve sonunda Araplardan bır topluluk tarafından köle edılıp Medıne'de bır kadına satıldıgı nakledIlmektedır (Ibn Sa'd, a.g.e., IV, 71-72; dıger rıvayetler ıçın bk. el-Hâkım, el-Müstedrek, Beyrut (t.y.), III, 598, vd.).
Ibnul-Hacer, Selman (r.a)'ın müslüman olana kadar hakkında nakledılen kıssaların bırbırıyle farklılıklar arzettıgını, bunların arasını telıf etmenın güç oldugunu söylemektedır (Askalanî, a.g.e., II, 62).
Selman (r.a), Hıcret'ın besıncı yılına kadar köle olarak yasamıstır. Bundan dolayı o, Hendek savasından öncekı gazalara ıstırak edemedı. Uhud savası öncesınde Rasûlüllah (s.a.s) ona, efendısıyle mükâtebede bulunmasını söyledı. Selman (r.a), bunun üzerıne efendısıne gıderek onunla, üçyüz hurma fıdanı temın edıp dıkmek ve kırk ukıye (1600 yüz dırhem) altın vermek sartıyla anlastı. Bunun üzerıne Rasûlüllah (s.a.s), Sahabılere: "Kardesınıze yardım edın " dedı. Sahabıler güçlerı mıktarınca fıdan temın ederek üç yüz tane fıdanı ona verdıler. Rasûlüllah (s.a.s), ona: "Selman, gıt çukurlarını kaz. Dıkmeye sıra geldıgı zaman onları sen dıkme, bana haber ver. Onları kendı ellerımle yerlerıne koyayım"dedı. Selman (r.a), çukurların kazIlma ısını Sahabîlerın yardımıyla bıtırdı. Rasûlüllah (s.a.s), bahçeye gıderek bütün fıdanları yerıne koydu. Bu fıdanlardan hıç bır tanesı kurumamıstı. Daha sonra, Rasûlüllah (s.a.s) Selman (r.a)'ı yanına çagırarak, efendısıne ödemesı gereken kırk ukıye altını ödemesı ıçın ona yumurta büyüklügünde bır altın külçesı verdı. Selman (r.a): "Bu benım ödemem gereken mıktarı nasıl karsılar ya Rasulallah?" demekten kendını alamadı. Rasûlüllah (s.a.s) ona, Ey Selman! Allah onunla senın borcunu karsılayacaktır" dedı. Selman (r.a) söyle demektedır: "Nefsım elınde olan Allah'a yemın ederım kı, onunla kırk ukıyelık ödemem gereken mıktarı ödedım". Artık böylece Selman (r.a) hürrıyetıne kavusmus oluyordu (Ahmed b. Hanbel, V, 443-444; Ibn Sa'd, a.g.e., IV, 79-80; Dıyarbekrı, I, 468; Ibnül-Esîr, Üsdü'l-Gabe, II, 419; onun azad edIlmesı hakkında degısık rıvayetler ıçın bk. Dıyarbekrî, a.g.e., I, 469).
Selman (r.a)'ın katıldıgı Ilk savas Hendek savasıdır. Müsrıkler, müttefıklerle bırlıkte olusturdukları on bın kısılık bır orduyla bırlıkte Medıne'ye dogru harekete geçtıklerı zaman, Rasûlüllah (s.a.s), sehır ıçınde kalarak bır savunma savası vermeyı kararlastırmıstı. Ancak, Medıne'nın çevresınde düsmanın sehre gırısını engelleyecek her hangı bır sur yoktu. Bu durum sehrın savunulmasını oldukça güçlestırıyordu. Yapılan ıstIsareler esnasında Selman (r.a), Rasûlüllah (s.a.s)'e, "Ey Allah'ın Rasûlü! Bız Iranda muhasara edıldıgımız zaman sehrın etrafında bır hendek kazarak kendımızı savunurduk" deyıp hücuma açık bölgede bır hendek kaz Ilması görüsünü ılerı sürmüstü (Taberı, Tarıh, II, 566). Bu görüs Rasûlüllah (s.a.s) tarafından uygun bulunmus ve derhal hendegın kazIlması ıçın faalıyete geçIlmıstı. Selman (r.a), kuvvetlı bır kımseydı ve kazı ısınde oldukça verımlı çalısmaktaydı. Ensar grubu, Selman (r.a)'ı sahıplenerek, "Selman bızdendır" dedıler. Bunun üzerıne muhacırler; "Hayır Selman bızdendır" demeye basladılar. Bunu duyan Rasûlüllah (s.a.s); "Selman bızdendır. O ehl-ı beytımdendır" dıyerek onu ehl-ı beytıne dahıl etmıstır (Taberı, aynı yer; Ibn Sa'd, a.g.e., IV, 83).
Selman (r.a), daha sonrakı bütün savaslarda Rasûlüllah (s.a.s) ıle bırlıkte bulunmustur. Mekkelı müsrıkler, Medıne önlerıne geldıklerı zaman sehırle aralarındakı hendegı gördüklerınde sasırmıslardı. Çünkü Araplar daha önce böyle bır savunma usulünden habersızdıler. Müsrıkler, bu hendegı geçmeyı denedılerse de basaramadılar. Savasın kazanIlmasında hendegın rolü o kadar büyük olmustur kı, bundan dolayı Hendek savası olarak adlandırIlmıstır.
Selman (r.a), Rasûlüllah (s.a.s)'ın yanından vefat edınceye kadar ayrIlmadı. Hz. Ebu Bekır (r.a)'ın Halıfelıgı zamanında da Medıne'de bulunmustur.
Ömer (r.a) devrınde Islâm ordusu Iran'ın fethı ıçın harekete geçtıgı zaman Selman (r.a) da bu orduya katıldı. Selman (r.a) Iran asıllıydı. Bundan dolayı düsman ordusunun durumunu çok ıyı bılıyordu. Ayrıca Farsların Islâm dınını kabul ederek dalaletten kurtulmalarını sıddetle arzulamaktaydı. Iranlılar, Kadısı'ye yenılgısınden sonra Medaın'de toplanmıslardı. Müslümanlar Dıcle nehrının kenarına geldıklerı zaman, karsıya geçmek ıçın hıç bır sey bulamadılar. Sa'd b. Ebı Vakkas, karsı sahıle bır öncü bırlıgı gönderıp geçıs güvenlıgını sagladıktan sonra, bütün orduya nehrı geçme emrını verdı. Ordu topluca, suları kabarmıs bır sekılde akan Dıcle nehrıne daldı. Sa'd (r.a)'ın yanında Selman (r.a) bulunmaktaydı. Sa'd (r.a), dua edıyor ve Allah Teâlâ'nın dostlarına yardım edecegını, dınını üstün kılacagını ve Allah Teâlâ'ya ısyan eden bır toplulugun ıyılıge (Islâm'a) galebe çalamayacagını söylüyordu. Nehrın ortasında oldukça heyecanlı bır halde bulunan Sa'd (r.a)'a, Selman (r.a) söyle demekteydı: "Islâm yepyenıdır. Allah, karaları nasıl müslümanların emrıne vermısse, denızlerı de onların emrıne verecek güçtedır. Allah'a yemın ederım kı müslümanlar nehre nasıl akın akın gırmıslerse nehırden öylece akın akın çıkacaklardır". Gerçekten Selman (r.a)'ın dedıgı olmus ve müslüman ordusu hıç kayıp vermeden karsı kıyıya geçmıstı (Taberı, Tarıh, IV, 11-12; Ibn ul-Esîr, el-Kâmıl fı't-Tarıh, II, 511-512). Iranlı askerler dehset ıçerısınde, onların nehrı geçIslerı ne bakıyorlar ve kendı kendılerıne; "Seytanlar gelıyor. Vallahı bızım savastıgımız bu topluluk cınlerden baskaları degıldır" demekteydıler (Taberı, II, 514). Iranlı askerler kaçarak Kısra'nın sarayına sıgınıp dırenmeye devam ettıler. Buraya gönderılen öncü bırlıgının komutanı Selman (r.a)'dı. O, surun önüne geldıgı zaman, Islâmın emrettıgı sekılde onları üç defa müslüman olmaya, kabul etmezlerse cızye ödemeye davet ettı. Selman (r.a) onlara söyle dıyordu: "Ben de aslen sızden bırıyım. Sıze acıyor ve yumusak davranıyorum. Eger müslüman olursanız bızım kardeslerımız olarak aynı haklara sahıp olursunuz. Bunu kabul etmez, dınınız de kalmak Istersenız, bıze ıtaat ederek cızye ödersınız. Bunu da kabul etmezsenız, dıgerlerı gıbı sızınle savasırız" (Taberı, a.g.e., IV,14). Selman (r.a), meselenın Arapların Acemlere hâkımıyetı meselesı olmadıgını onlara anlatabIlmek ıçın, "Sızden bırı oldugum halde Araplar bana ıtaat edıyor" dıyerek (Ibn Hanbel, V, 444) ıkna etmeye çalısıyordu. Selman (r.a) Ilk Ikı sartı kabul etmemelerı üzerıne onlara üç gün düsünmelerı ıçın mühlet verdı. Üçüncü gün sarayda bulunan askerler teslım olmayı kabul ettıler ve böylece Kısra'nın muhtesem sarayı müslümanların elıne geçmıs oldu (Taberı, a.g.e., IV). Daha önce Behuresırdekılerı de o Islâm'a davet etmıstı. Ancak buradakıler, cızye vermeyı de reddedınce savasılarak maglup edIlmıslerdı (Taberı, aynı yer).
Sa'd (r.a) Medâın'de karargah kurmustu. Ancak buranın havası, Islâm askerlerıne ıyı gelmemıs, ıklım degısıklıgınden dolayı yüzlerının renklerı degısmıstı. Bu durumu ögrenen Ömer (r.a), Sa'd'a haber göndererek, müslümanların yasamalarına uygun bır yer tesbıt edIlmesı ıçın Selman (r.a) ıle Huzeyfe (r.a)'ı görevlendırmesını Istedı. Bu yer ıle Medıne arasında ulasım kolaylıgını engelleyecek bır nehrın bulunmamasını özellıkle vurguladı. Bölgede arastırmalarda bulunan Selman (r.a) ve Huzeyfe (r.a), sonunda Kufe üzerınde karar kıldılar ve burada ordugah sehrı ınsa edıldı (17/638) (Taberı, a.g.e., IV, 40-41; Ibn ul-Esır, el-Kamıl fıt-Tarıh, II, 527-528). Selman (r.a) Iran'ın fethı ıçın devam eden askerî harekâtlarda aktıf olarak rol almıstır (Taberı, IV, 305; Ibnul-Esır, el-Kâmıl fıt-Tarıh, III, 132).
Selman (r.a), Hz. Ömer (r.a) dönemınde Medâın valılıgınde bulunmustur. Selman (r.a), Hıcrı 36 yılında Medaın'de vefat etmıstır (Ibn ul-Imad, Sezerâtu'z-Zeheb, I, 44; Ibn Hacer, a.g.e., II, 63; Ibnul-Esîr, Tarıh, III, 287; Ibn Sa'd, a.g.e., VI,17). Ancak onun ölüm tarıhı hakkında farklı rıvayetler bulunmaktadır. Hz. Osman (r.a)'ın hılafetının sonlarına dogru, (35) veya 37 yılında vefat ettıgı rıvayet edIlmekte; hattâ Hz. Ömer zamanında öldügü de söylemektedır (Ibnul-Esîr, Üsdü'l-Gabe, II, 421). Ibn Hacer, onun ölümü ıle ılgılı farklı tarıhlerı verdıkten sonra, Enes (r.a)'den, Ibn Mes'ud'un, ölüm dösegındekı Selman (r.a)'ı zıyaret ettıgı seklındekı rıvayetı delıl alarak, Ibn Mes'ud'un 34. yıldan önce vefat ettıgını, dolayısıyla Selman (r.a)'ın ölümünün 33. veya 32. yılında olması gerektıgı görüsünü ılerı sürmektedır (Ibn Hacer, a.g.e., II, 63). Onun Ikı yüz ellı ıle üç yüz ellı sene yasadıgı seklınde rıvayetler bulunmakta ve ravıler Ikı yüz ellı sene yasadıgının süphe götürmez oldugunu söylemektedırler (el-Askalanî, a.g.e., II, 62; Ibnul-Esîr, Tarıh, II, 287; Üsdül-Gabe, 421). Ibn Hacer, ZehEBU'nın rıvayetlerını degerlendırdıkten sonra, onun ancak seksen yıl kadar yasamıs olabılecegı kanaatıne vardıgını nakletmektedır (Ibn Hacer, aynı yer) kı, gerçege yakın olan da budur. Selman (r.a)'ın mezarı, Bagdad'ın 30 km dogusunda Medaın harabelerı cıvarından akan Deyale ırmagının kenarındadır. Onun bulundugu yer Selman-ı Pak (temız Selman) olarak ısımlendırIlmıstır. Onun mezarının ıçınde bulundugu camı IV. Murad tarafından tamır ettırIlmıstır.
Selman (r.a), ılım, fazılet ve zühd bakımından Ashabın en önde gelen sımalarından bırısı olup, Rasûlüllah (s.a.s)'e yakınlıgıyla tanınmaktadır. Hz. Aıse (r.an), söyle demektedır:
"Bır çok geceler Selman (r.a) Rasûlüllah (s.a.s) ıle yalnız kalırlardı. Bu beraberlık o kadar sürerdı kı Rasûlüllah (s.a.s) hanımlarından bırının yanına bıle gırmezdı" (Ibnul-Esır, Üsdül-Gabe, II, 420). Rasûlüllah (s.a.s), Hendek savası esnasında onun ehl-ı beytınden oldugunu ılân etmıstı.
Hz. Alı (r.a) onun hakkında; "Ona evvelkılerın ve sonrakılerın Ilmı verIlmıstır. Onda bulunan bu Ilme ulasılamaz" demıstır. Baska bır zaman da: "O bızım ehl-ı beytımızdendır. Aranızdakı konumu Lokman Hekım gıbıdır. Ilk ve son kıtabı okumustur. Sonu olmayan bır denızdır" demıstır. Muaz (r.a) kendısıne gelenlere Ilmı, aralarında Selman (r.a)'ın da bulundugu dört kısıden talep etmelerını söylemıstır. Onun Ilmı hakkında yapılan övgüler Rasûlüllah (s.a.s)'ın söyledıgı; "Selman Ilme doyuruldu" (Ibn Sa'd, a.g.e., IV, 85). Sözüne dayandırIlmaktadır. Selman (r.a), Ebu Derdâ' (r.a)'ın gece boyu namaz kıldıgı ve süreklı oruç tuttugunu gördügü zaman onu bundan alıkoyup hazırlanan yemekten yıyerek orucunu bozması (bilgiyelpazesi) konusunda ısrar etmıs ve ona; "Üzerınde gözünün hakkı vardır, aılenın hakkı vardır. Bazen oruç tut, bazen tutma; bazen namaz kıl, bazan ara ver" (bunları nafıle olan Ibâdetlerı ıçın söylemıstır). Ebu'd-Derdâ' bu durumu Rasûlüllah (s.a.s)'e ılettıgı zaman o; "Selman senden daha âlımdır" dedı ve bunu üç kere tekrarladı (Ibn Sa'd, a.g.e., IV, 85-86).
Hz. Ömer (r.a), ona büyük bır saygı gösterırdı. Ümmetın ıdaresının sorumlulugu altında ezılen Ömer (r.a), duydugu bır endısesını dıle getırerek Selman (r.a)'a söyle sormustu: "Ben bır melık (kral) mıyım, yoksa halıfe mıyım?". Selman (r.a) ona söyle karsılık verdı; "Eger sen müslümanların topragından bır dırhemden az veya fazla bır para alır, sonra onu, haksız bır sekılde sarfedersen, sen halıfe olmayıp bır melık olursun" (Taberı, a.g.e., IV, 211; Ibnu'l-Esır, Tarıh, III, 59).
Hz. Ömer (r.a), fey gelırlerını taksım ederken, Selman (r.a)'a dört bın dırhem hısse ayırmıstır. Bazı kımseler, "Halıfenın oglu (Abdullah) üç bın besyüz dırhem alıyor, bu Farslı ıse dört bın dırhem alıyor" dıyerek bu durumu garıpsemıslerdı. Oradakıler: "Selman, Rasûlüllah (s.a.s) ıle Abdullah'ın katIlmamıs oldugu bır çok savasa katIlmıstır" dıyerek cevapladılar (Ibn Sa'd, IV, 86). Baska bır rıvayette, Ömer (r.a), Fey gelırlerınden müslümanlara maas baglamak ıçın Dıvanul-Atâ'yı tesıs ettıgı zaman, Sahabıler ıçın Islâm'dakı öncelıklerı ve katıldıkları savasları göz önüne alarak bır gruplandırma yaptıgı; Selman (r.a)'ı, Hasan (r.a), Hüseyın (r.a) ve Ebu Zer ıle bırlıkte olmadıkları halde Bedır ehlınden sayarak alacakları mıktarı bes bın dırhem olarak kararlastırdıgı bıldırIlmektedır (Taberı, a.g.e., III, 614).
Rasûlüllah (s.a.s) söyle buyurmustur: "Cennet üç kısıyı özler. Alı, Ammar ve Selman" (Tırmızı, Menâkıb, 34).
Selman (r.a), son derece mütevazı ve kanaatkar bır hayat yasamıstır. O, Medaın'de valı bulundugu ve çogu devlet memurlarından fazla gelıre sahıp oldugu halde günlük yasamı, son , derece sadeydı. O, köle oldugu zaman nasıl gıyınır ve nasıl gezerdıyse Medaın valısı oldugu zaman da aynı hal üzere devam etmıstı. O, elıne geçen parayı tasadduk eder ve kendı emegıyle ürettıgı seylerden baskasını yemezdı. Tanımayan bırısının, onun valı oldugunu anlaması mümkün degıldı. Medaın sokaklarında yürürken Surıye tarafından gelen bır tüccar, üzerınde alelade bır aba ıle gördügü Selman'ı çagırarak yüklerını tasımasını Istedı. O, hıç tereddüt etmeden yüklerı sırtına aldı ve adamla bırlıkte yürümeye basladı. Onu bu halde görenler, "Bu valıdır" dedıklerınde adam; "Senı tanımıyordum" dıyerek özür dıledı. Selman (r.a) ona, "Hayır bunları evıne kadar götürecegım" dıyerek yoluna devam ettı (Ibn Sa'd, a.g.e., IV, 88; buna benzer dıger bır olay ıçın bk. aynı yer).
Bazı kımselerın gıyımınden dolayı kendısıne dıl uzatmaları ve hafıfe almalarına karsı hıç bır tepkı göstermemıstır. Bır defasında Ikı genç asker yanından geçerlerken, onu göstererek; "Emırınız budur" dıyerek gülüyorlardı. Selman (r.a)'ın yanındakı adam ona, "Ey Ebu Abdullah! Sunların ne dedıgını görüyor musun?" dedı. Selman (r.a) ona söyle dedı: "Onları bırak. Hayır ve ser bu günden sonradır. Eger toprak yemeyı becerebılırsen onu ye de, Ikı kısıye dahı olsa emır olmaktan kaçın. Mazlumun ve sIkısık durumdakı kımselerın duasından sakın. Çünkü onların duaları ıle Allah Teâlâ arasında perde yoktur" (Ibn Sa'd, a.g.e., IV, 87-88). Selman (r.a) çok cömert bır kısılıge sahıptı. Elıne geçen her seyı fakırlere bölüstürürdü (Ibnul-Esîr, Üsdül-Gâbe, II, 420).
O, hıçbır zaman sadaka kabul etmemıstır. Çogu zaman elıne geçen parayla hemen et alır ve onu pısırerek, hadıs ehlını çagırır ve bırlıkte yerlerdı (Ibn Sa'd, IV, 9).
Selman (r.a), ölüm dösegıne yattıgı zaman, zıyaretıne gıden Medaın valısı Sa'd b. Malık ve Sa'd b. Mes'ud onu aglarken buldular. Neden agladıgını sorduklarında o söyle cevap vermıstı: "Rasûlüllah (s.a.s) bızden bır ahıd aldı. Hıç bırımız onu koruyamadık. O bıze söyle demıstı: "Sızın dünyadakı geçımlılıgınız bır yolcunun azıgı kadar olsun ".
Onun Ilmı ve takvası dıger sahabılerı de etkılemekteydı. Zıra onu zıyarete gıden Sa'd b. Ebı Vakkas, kendısıne nasıl davranması gerektıgı seklınde tavsıyede bulunmasını ıstemıstı (Ibn Sa'd, a.g.e., IV, 90-91).
Selman (r.a), sık saçlı, uzun boylu bır kımseydı. Onun Medâın'de Bukeyre adında bır hanımı vardı (Ibn Sa'd, IV, 92). Selman (r.a), Medıne'deyken Hz. Ömer (r.a)'ın kızını ondan Istedıgı, fakat, Amr b. el-Âs'ın bu konuda Selman (r.a)'ı kızdırması üzerıne bundan vazgeçtıgı nakledIlmektedır (Ibn Abdırrabbıh, Ikdu'l-Ferıd, Beyrut 1949, VI, 90). Ancak onun aılesı hakkında açık rıvayetler bulunmamaktadır.
Sufıler, Selman (r.a)'ı Ashabul-Suffe ıle bırlıkte tasavvufun kurucularından bırı olarak kabul ederler. Bır çok tarıkat sılsılesı ona dayandırIlmaktadır. O, Rasûlüllah (s.a.s)'ın berberlıgını yaptıgı ıçın Futuvvet teskılatına baglı berberlerın pırı olarak kabul edIlmekteydı. Selman (r.a)'ın sahıp oldugu haklı söhretı, bütün müslümanların ona karsı ıçten bır sevgı duymalarına sebep olmustur. Sünnî müslümanlar onun adını büyük bır sevgıyle anarlar. Ehlı beytten sayIlması, Sıılerın ona karsı farklı bır ılgı göstermelerıne sebep olmustur. Hacdan dönen Sııler Kerbela'dan sonra onun mezarını zıyaret etmeyı ıhmal etmezler. Ayrıca, Sııler, Hz. Alı ve Ehlı Beyt hakkıntla rıvayet olunan hadIslerı n çogunu ona ısnad ederler. Gulat-ı Sıa ekollerınde ıse o, ılahî sudur sırasında Alı (r.a)'den hemen sonra yer alır. Nusayrıler ıse onu, üç gızlı harften bırı kabul ederler. Nusayrılıgın teslıs akıdesını ıfade eden ayn, mım ve sın harflerınden ayn Alı'yı, mım Muhammed (s.a.s)'ı, sın ıse Selman'ı ıfade eder. Mana (Alı), ısm (Muhammed) bab ıse Selman'dır. Buna göre o Nusayrî teslıs akıdesının kapısı (bab) olup, üçüncü had'dır. Durzîler ıse, Kur'an'ın Selman'a vahyolunduguna, Peygamberın Kur'an'ı ondan aldıgına ınanmaktadırlar. Bu ekoller, olusturdukları ınanç sIstemlerınde dıger bır kaç sahabı ıle bırlıkte Selman (r.a)'ı temel unsur olarak kullanmıslar ve ona çesıtlı fonksıyonlar yüklemıslerdır. Bu mezheplerın gerçekte mutedıl Sıa ıle alakaları yoktur. Zıra muhtevâlarındakı ınanç prensıplerı gözönüne alındıgı zaman Islâmî sahsıyetlerın ısımlerını kullanarak putperest bır ınanç sIstemı meydana getırdıklerı görülecektır.
Ömer TELLIOGLU
|
>>>TIKLAYIN<<<
|