|
eğitim öğretim ile ilgili belgeler > Hikayelerden Seçmeler, Öyküler, Kısa Hikayeler > Mesnevi'den Hikayeler, Seçme Öyküler
PUTLARIN SECDESİ HİKAYESİ (MESNEVİDEN HİKAYELER, SEÇME ÖYKÜLER) (HİKAYELERDEN SEÇMELER)
Sana Halime’nin gizli hikayesini söyleyeyim de gönlünden gam gitsin! Mustafa’yı sütten kesince fesleğen ve gül gibi elini alıp bağrına basarak Her iyi ve kötüden kaçırıp esirgeyerek o padişahlar padişahını atasına teslim etmek üzere Mekke’ye geldi.
O emaneti, zayi etmeden korkarak Kabe’ye geldi, Hatim’e girdi. Fakat bu sırada havadan “ Ey Hatim, sana pek büyük bir güneş doğduEy Hatim, bugün sana cömertlik güneşinden yüz binlerce nur isabet ediverdi Ey Hatim, bugün sana, talih ve bahtın, ardında çavuş olduğu ulular ulusu bir padişah gelip kondu
Şüphe yok ki yeni baştan yücelikler alemine mensup canların konağı olacaksın Tertemiz canlar her yandan bölük bölük, takım takım, şevklerinden sarhoş olarak sana gelecekler” diye ses geliyordu. Halime bu sese şaşırıp kaldı ne önde kimse vardı, ne artta!
Altı cihette de kimse yoktu fakat bu canlar feda olası ses, ardı ardına gelip durmaktaydı. Halime, o güzel ses nereden geliyor, kim söylüyor diye araştırmak üzere Mustafa’yı yere bıraktı. Her tarafa göz gezdirdi o sırlar açan, gizli şeyler söyleyen padişah nerede diye her tarafa baktı. Yarabbi, böyle yüce bir ses sağdan, soldan gelmede fakat söyleyen kim? Diyordu.
Kimseyi göremeyince şaşırdı, ümidi kesildi, söyleyeni bulamayacağını anladı söğüt dalı gibi her tarafı tir tir titriyordu. Tekrar o aklı başında olan çocuğu bıraktığı yere döndü bir de ne baksın, Mustafa, koyduğu yerde yok! Büsbütün şaşırdı Konağı dertlerle karardı adeta!
Şu yana, bu yana koşup bağırmaya, bir tanecik incimi kim aldı benim diye feryat etmeye başladı. Mekke’liler biz bilmiyoruz hatta orada bir çocuk olduğunu bile görmedik dediler. Halime öyle bir feryat edip ağlamaya başladı ki onun ağlamasını görüp başkaları da ağladılar! Göğsünü döverek öyle yanık yanık ağlıyordu ki ağlamasına bakıp yıldızlar bile ağlamaya koyuldular!
Bu sırada ihtiyar bir adam, elindeki sopasını kaka kaka çıkageldi. Dedi ki: “A Halime, başına ne geldi senin ? Neden böyle ağlıyor, yasla ciğerler dağlıyorsun?” Halime “Ben Ahmed’in inanılır, güvenilir süt ninesiyimonu atasına teslim etmek üzere getirdim. Fakat Hatime gelince kulağıma havadan sesler gelmeye başladı.
Gökten gelen o sesleri duyunca çocuğu oraya bıraktımBu sözleri kim söylüyor, göreyim dedim çünkü pek latif, pek güzel bir sesti o. Ne etrafımda kimseyi gördüm, ne de bir an o ses kesildi. Şaşırıp kaldım, şaşkınlıkla şuraya buraya giderken bir de baktım ki çocuk, koyduğum yerde yok eyvahlar olsun, yazık oldu bana!”
|
İhtiyar, “Meraklanma, kederlenme ben sana bir padişah göstereyim. O sana çocuğun ne olduğunu, nereye gittiğini, nerede bulunduğunu söyler” dedi. Halime, canım feda olsun sana ey güzel yüzlü, tatlı sözlü ihtiyar!
Hadi, hemen bana o yüce bakışlı padişahı göster de çocuğun halinden haber alayım, dedi. İhtiyar, Halime’yi Uzza’nın yanına götürdü dedi ki: “Bu put, kayıpları haber vermede tecrübe edilmiştir.
Biz, ona tapı kılarak vardık mı binlerce kaybımızı bulmuştur. ” İhtiyar, puta secde edip derhal “Ey Arabın velinimeti, ey cömertlik denizi! Ey uzza! Sen bize nice lutuflarda bulundun da biz tuzaklardan kurtulduk. Lutufların yüzünden Arap’ta hakkın var Arab’ın sana ram olması farz olmuştur.
Sad kabilesinden olan Halime, derdine derman olacağını umarak senin gölgene gelip sığındı. Onun bir küçük çocuğu kaybolmuş adı Muhammedmiş!”dedi. Arap, Muhammed derdemez derhal bütün putlar yere kapandılar, secde ettiler.
“A ihtiyar, Muhammed’i ne çeşit arayış bu? Biz onun yüzünden işten kalacak, hor hakir olacağız! Biz onun yüzünden yüz üstü düşeceğiz, taşlanacağız onun yüzünden karımıza kesat gelecek, ayarımız mahvolacak!
Fetret zamanında heva ve heves ehlinin arada bir bizden gördükleri o hayaller, Onun devri gelince yok olacak su görününce teyemmümüm hükmü kalmayacak! A ihtiyar, uzaklaş bizden sınama ateşini alevlendirme; Ahmed’in kıskançlığıyla bizi yakma!
Allah aşkına uzaklaş ey ihtiyar uzaklaş da takdir ateşi, seni de bizimle beraber yakmasın! Biliyor musun ki bu, adeta ejderhanın kuyruğunu sıkmaktır hiç biliyor musun, bu ne çeşit haber getiriştir? Bu haberden denizin de yüreği coşar, madenin de bu haberden yedi kat gök bile tir tir titrer!” dediler.
O gün görmüş, yaş yaşamış ihtiyar, taşlardan bu sözleri duyunca sopasını yere attı. Titremeye başladı o seslerden korkmuştu; dişleri takır takır birbirine vuruyordu. Kışın çıplak adamın titremesi gibi titremekte “ Eyvahlar olsun, helak olduk” demekteydi.
Halime ihtiyarın bu halini görünce büsbütün şaşırdı, ne yapacağını unuttu. Dedi ki: “ A ihtiyar, ben de mihnetteyim ama şimdi temelli şaşırdım kaldım! An olur rüzgar bana hatiplik eder, zaman gelir taşlar edep öğretir!
Rüzgar, bana söz söyler taş ve dağ, eşyanın hakikatını anlatır! Gah olur gayb erleri, gökyüzünün yeşil kanatlı melekleri çocuğumu kaparlar! Kime ağlayıp sızlanayım kime şikayet edeyim? Yüzlerce gönülle sevdalara kapılanlara döndüm şimdi.
O çocuğun gayreti, gayb sırlarını söyletmiyor, ağzımı yumuyor benimşu kadar söyleyeyim: çocuğum kayboldu! Fakat şimdi başka bir şey söylesem halk, beni delirdi sanır, zincirlere vurur!”
İhtiyar dedi ki: “Halime, şad ol şükür secdesine kapan, yüzünü pek yırtma. Gam yeme o kaybolmaz, belki bütün alem onda kaybolur! Her an onun önünde, ardında yüz binlerce gözcü bekçi var; onu korurlar.
Görmedin mi? O hünerli putlar, çocuğun adını duyunca nasıl yerlere kapandılar, secde ettiler! Bu devir yeryüzünde acayip bir devir ben ihtiyarladım gittim de buna benzer bir şey görmedim. Bu haberden taşlar nasıl feryada geldiler ? Bilmem artık suçlulara neler olur?
Taşa biz mabut diyoruz, mabut oluşta onun bir suçu yok sen de ona kul olmaya mecbur değilsin! ( Fakat ona sen mabut diyorsun, o da bunu reddediyor, kabul etmeye mecbur. ) O, mecburken bu derecede korkarsa artık suçluya neler olacak, bir düşün!
Mustafa’nın ceddi, Halime’nin halini, halk içinde ağlayıp sızladığını, sesi, bir millik mesafeye yetişecek kadar feryat ve figan ettiğini duyunca, işi anladı eliyle göğsünü yumruklamaya, bağırıp ağlamaya koyuldu. Derken yana yakıla Kabe kapısına gelip dedi ki: “ Ey gece sırlarını da, gündüzün gizlenen işleri de bilen Allah!
Kendimde bir hüner, bir marifet görmüyorum ki senin gibisiyle sırdaş olayım. Kendimde bir ehliyet görmüyorum ki bu kutlu kapıda makbule geçeyim. Ne başımda bir değer var, ne secdemde ne de ağlamamla bir devlet gülümser benim.
Ancak o eşi bulunmaz tek incinin yüzünde senin lutuf eserlerini görmüşüm ey kerem sahibi Allah’m. O bizden ama bize benzemiyor biz hep bakırız, Ahmet kimya! Onda gördüğüm şaşılacak şeyleri ne bir dostta gördüm ben, ne bir düşmanda!
Bu çocuğa ihsan ettiğin faziletleri, birisi yüzyıl mücadelede bulunsa elde edemez”, nişanesini bile bulamaz. Senin ona olan inayetlerini iyice gördüm anladım ki o senin denizinin biricik incisi!
Ben de işte sana onu şefaatçı getirmedeyim onun yüzü suyu hürmetine ey herkesin halini bilen Allah, o ne haldedir; bana bildir! Kabe içinden derhal bir ses geldi: “şimdi sana yüz gösterecek ! O yüzlerce devletle bizden nasip almıştır yüzlerce bölük melek, onu korumadadır.
Onun zahirini, aleme meşhur edeceğiz batınını da herkes den gizleyeceğiz! Su ve toprak altın madeniydi; bizse kuyumcuyuz gah onu halhal yaparız, gah yüzük! Gah kılıç bağı yaparız gah aslanın boynuna tasma! Gah onu tahtı bezeyen turunç yaparız, gah devlet isteyen padişahların başına taç ederiz!
Bu toprakla aşklarımız vardır bizimçünkü o rıza ka’desine oturmuştur. Gah ondan böyle bir padişah çıkarırız gah o padişahı da bir padişaha aşık ederiz! O topraktan yüz binlerce aşık, yüz binlerce maşuk yaratırız hepsi de feryad-ü figandadır, arayıp taramadadır!
Bizim işimize candan meyli olmayanın körlüğüne işimiz budur işte! Nevaleyi azıksızlar üzerine koruzişte o yüzden toprağa bu faziletleri veririz biz. Çünkü toprak, tozlu ve kapkara görünür ama içinde nurlu sıfatlar vardır. Dış yüzü iç yüzüyle savaştadır iç yüzü inci gibidir, dışı taşa benzer.
Dışı, biz, ancak buyuz der içi, dikkat et, işin önüne, ardına iyi bak der! Dışı içimizde hiçbir şey yoktur diye inkarda da bulunur içi hele dur da sana hakikatimizi gösterelim der. Dışıyla içi savaştadır ve içi, dışına sabrettiğinden Allah yardımına nail olur.
İşte biz bu ekşi suratlı topraktan suretler düzer onun gizli gülümsemesini meydana çıkarırız. Çünkü toprağın dışı kederden, ağlayıştan ibarettir ama içinde yüz binlerce gülüşler vardır. Biz sırları açığa vururuz işimiz budur bizim!bu gizli şeyleri pusudan çıkarır dururuz! Hırsız inkardan gelir, susar bir şey söylemez ama sahne onu sıkıştırır, hırsızlığını meydana çıkarır!
Bu topraklarda da nice nimetler çalmıştıronu belalara uğratır, ikrar ettirir.
Onun nice şaşılacak çocukları var Fakat Ahmet hepsinden üstün! Yerle gök, bizim gibi iki çiftten böyle bir tek padişah doğdu diye gülmekte, sevinip neşelenmektedir. Gökyüzü neşesinden yarılmada yeryüzü, azadeliğinden süsene dönmektedir!
Ey güzel toprak, mademki dış yüzün iç yüzünle savaşta, çekişte kim kendisiyle savaşa girişirse nihayet hakikati, bulur, rengin, kokunun ( görünüşün ) düşmanı olur. Karanlığı nuruyla muharebeye girişenin can güneşine zeval yoktur.
Bizim için sınamalara giren, bizim için çalışan kişinin ayağına gök bile sırt verir! Zahirin karanlıklardan feryat etmede ama içyüzün gül bahçesi içinde için de gül bahçesi! O, ekşi suratlı sofiler gibi nur söndüren kişilerle karışıp uzlaşmamak niyetinde.
Ekşi suratlı arifler, kirpiye benzerlersert dikenlerin dibinde gizlice zevki safadadır onlar. Bahçe gizlidir de bahçenin çevresindeki diken meydanda yani ey düşman hırsız, bu kapıdan uzaklaş derler!
Ey kirpi, kendine dikeni bekçi yapmışsın başını, sofiler gibi içine çekmişsin. İstiyorsun ki şu gül yüzlü, fakat diken huylu kişilerden hiç kimse, senin azıcık bir zevkine bile ilişmesin! Senin çocuğun, çocuk huylu ama iki alam de onun yavrucağı onun için yaratılmış!
Biz, alemi onunla diriltir, feleği onun hizmetine kul, köle ederiz! Abdulmuttalip “ şimdi nerede ey gizlileri bilen, bana ona varacak doğru yolu göster” dedi.
Kabe içinden Abdülmuttalib’e ses geldi: “Ey o aklı başında olan çocuğu arayan, filan vadide, falan ağacın altında!” O iyi bahtlı, bu sesi duyunca hemen yürüdü. Ardınca da Kureyş emirleri gidiyorlardı. Çünkü Peygamber’in atası Kureyş ulularındandı.
Adem Peygambere kadar bütün geçmişleri, mecliste de en ulu kişilerdi, savaşta da! Bu soy, zahiri soyuydu ulu padişahlar padişahından süzülmeydi. İçiyse zaten soydan, soptan uzaktı, paktı balıktan “simak” denilen yıldıza kadar onunla cins ve eşit olacak kimse yoktu!
Hak nurunun kimden doğduğunu, nasıl vücut bulduğunu kimse aranmaz. Allah halkının nescini arayıp sormaya ne luzum var? Allah’ın sevap karşılığı olarak verdiği en bayağı hil’at bile güneş ziyasından daha parlak, daha üstündür!
Hani bir köpek, çukur içinde kör dilenciyi gördü de saldırdı, hırkasını yırttıydı ya! Bunu söyledik ama tenkit için bir kere daha söylüyoruz. Kör dedi ki: Senin dostların şimdi dağlarda av arıyorlar
Hısımların dağda yaban eşeği avlıyorlar sense köy ortasında kör tutuyorsun! A yücelerden kaçan şeyh, bu hileyi (bilgi yelpazesi. net) bırak! Sen, başına birkaç körü toplamış acı suya benziyorsun! Adeta bunlar benim dervişlerimdirben de acı suyum. Benden içerler de böyle kör olurlar diyorsun!
Suyunu Ledün denizinden tatlı bir hale getir. Kötü suyu bu körlere tuzak yapma! Kalk, yaban eşeği avlayan Allah aslanlarını gör sen, neden köpek gibi hileyle kör avlamadasın? Onlara yaban eşeği avlıyorlar dedim fakat yaban eşeği de nedir ki? Onlar sevgiliden başkasını avlamazlar hepsi de aslandır, aslan avcısıdır, nur sarhoşudur!
Avı ve padişahın avcılığını seyrederken hepsi de avlanmayı bırakmışlar, hayran olup can vermişlerdir! O cinsten olan kuşları avlamak için avcılar nasıl ellerine ölü bir kuş alırlarsa sevgili de onları eline almıştır.
O ölü kuş vuslat ve firkat arasında ihtiyarsız bir haldedir. “ Kalp, Allah’ın iki parmağı arasındadır” hadisini okumadın mı? Ölü kuşa avlanan dikkat ederse görür ki padişaha avlanmıştır. Bu ölü kuştan baş çeken, asla avcının elini bulamaz!
Ölü kuş der ki: benim murdarlığıma bakma padişahın bana olan aşkına bak bak da beni nasıl görüp gözetmekte, bir gör! Ben pis değilim beni padişah öldürdü; suretim, ölüye benzedi. Bundan önce kanadımla uçuyordu; şimdiyse hareketim, padişahın elinden. Fani hareketim, derimden çıktı gitti şimdiki hareketim baki, çünkü ondan!
Benim hareketime karşı eğri harekette bulunanı, simurg bile olsa perişan eder, ağlatır, inletir, öldürürüm! Diriysen aklını başına topla da beni ölü görme kulsan benim padişah elinde olduğumu gör!
İsa, keremiyle ölüyü diriltti halbuki ben, İsa’yı yaratanın elindeyim. Allah elinde oldukça hiç ölü kalır mıyım? İsa’nın elinde bile olsam buna imkan yok! İsa’yım ama nefesimden can bulan bir daha ölmez, ebediyen diri kalır.
İsa’nın nefesiyle dirilen, tekrar öldü fakat bu İsa’ya can verene ne mutlu! Ben, Musa’mın elindeki asayım Musa’m gizli de ben, önünde görünüp durmaktayım. Müslümanlara deniz üstündeki köprü kesilir, sonra da Firavun’a ejderha olurum!
Oğul, yalnız bu asayı görme Allah elinde olmasa asa, bu işleri yapamaz! Tufan dalgası da asa kesildi o dertte büyücülere tapanların şatafatlarını sömürüp yedi! Allah asalarını saymaya kalkışsam şu Firavun’a mensup olanların hilelerini yutarım ya
Fakat bırak, bu zehirli tatlı otu birkaç günceğiz otlasınlar hele! Firavun’un mesnedi ve başlık, başbuğluk, olmasaydı cehennem nereden beslenecekti ki? A kasap, önce semirt de sonra kes çünkü cehennemdeki köpekler azıksız! Dünyada düşmanlar olmasaydı halktaki kızgınlık yatışır, geçer giderdi!
Cehennem dediğin o kızgınlıktır düşmanlık gerek ki yaşasın. Yoksa merhamet, onu söndürüverirdi! O vakit kahırsız ve kötülüksüz lutuf kalırdı; bu takdirde padişahlığın kemali nasıl zahir olurdu ki?
O münkirler, öğütçülerin sözlerine, getirdikleri misallere aldırış etmediler, onların sakallarına güldüler! İstersen sen de gül fakat a murdar, ne vakte dek yaşayacaksın, ne vakte dek? Ey sevenler, niyaza başlayın, şad olun, bu kapıda yalvarın çünkü bu kapı, bugün açılacak!
Bahçede soğan, sarımsak vesaire gibi sebzelerin her birine ayrı bir evlek vardır. Her biri, kendi cinsiyledir, kendi evleğindediryetişip olmak için orada rutubetten gıdalanır durur! Sen safran evleğisin, safran olur başka sebzelerle karışıp uzlaşma!
Ey safran, sudan gıdanı al da safran ol, zerdeye gir! Şalgam evleğine girip ağzını açma da onunla aynı tabiatta, aynı huya sahip olma! Sen bir evleğe konmuşsun, o bir evleğe çünkü “Allah’ın olan yeryüzü pek geniş!”
Hele o yeryüzü yok mu? O kadar geniş ki sefere çıkan devler, periler bile orada kaybolmada!
O denizde, o ovada, o dağlarda vehim ve hayal bile yol alamaz; kaybolur gider! Şu ova, o yeryüzündeki ovada uçsuz bucaksız denizdeki bir kara kıl gibi kalır!
Orada öyle durgun sular var ki akmaları gizlidir hepsi de akarsulardan daha taze, daha hoştur! İçten içe can ve ruh gibi gizli gizli akarlar, akıp giden ayakları vardır!dinleyen uyudu, sözü kısa kes ey hatip su üstüne yazı yazmayı bırak gayri! Kalk ey Belkıs, alışveriş pazarı kızıştışu kesatçı hasislerden kaç!
Kalk ey Belkıs, ölüm gelip çatmadan şimdi ihtiyarınla kalk! Sonra ölüm, kulağını öyle bir çeker ki hırsız gibi can çekişe sahneye gelir, teslim olursun! Bu eşeklerden ne vakte dek nal çalıp duracaksın? Eğer bir şey çalacaksan bari gel de laal çal!
Kız kardeşlerin ebedilik mülkünü elde ettiler, sense bu yaslı yurtta kalakaldın! Ne mutlu ona ki bu yurttan sıçradı, çıktıçünkü ecel, bu yurdu nihayet yıkar, viran eder! Kalk, gel ey Belkıs de bir kerecik olsun din padişahlarıyla din sultanlarının yurdunu gör!
Onlar, görünüşte dostlar arasında nağmelerle deve sürüyorlar ama iç aleminde gül bahçesinde oturmuşlar, zevki safa ediyorlar. Bahçe, onlar nereye giderse beraber gitmektefakat bu halktan gizli! Meyveler, beni topla, beni devşir diye yalvarmada abıhayat, benden iç diye niyaz etmede!
Gel de güneş gibi, dolunay gibi, hilal gibi kolsuz ve kanatsız gökyüzünde dön dolaş!. . yürümeye başladın mı ruh gibi ayaksız yürürsün çiğneme zahmetine uğramadan yüzlerce yemekler yersin! Ne gemime gam timsahı çarparne ölümden kötüleşirsin!
Sen hem padişahsın, hem asker, hem taht sen hem iyi bir bahta nail olursun, hem bizzat baht ve talih kesilirsin! Fakat zahirde bahtın iyi olursa, yüce bir sultan olursa ne fayda bu baht başkasınındır, bir gün gelir olur, bahtın döner!
Sen de yoksullar gibi muhtaç bir hale düşersin ey seçilmiş kişi, sen baht ol, sen devlet kesil! Ey manevi er, kendin baht olur da bu bahtı, bu talihi kaybedersin? Ey güzel huylu, bizzat sen, kendine mal, mülk olursan bunları nasıl olur da kaybedersin imkan mı var buna?
|
>>>TIKLAYIN<<<
“HİKAYELERDEN SEÇMELER, ÖYKÜLER, KISA HİKAYELER ”
SAYFASINA GERİ DÖNMEK İÇİN
>>>TIKLAYIN<<<
“EĞİTİM ÖĞRETİM İLE İLGİLİ BELGELER ”
SAYFASINA GERİ DÖNMEK İÇİN
>>>TIKLAYIN<<<
|