|
Eğitim Öğretim İle İlgili Belgeler > Kitap Özetleri > Roman Özetleri
BİR ŞOFÖRÜN GİZLİ DEFTERİ ÖZET KİTAP ÖZETİ ROMAN ÖZETİ
Yazarı: AKA GÜNDÜZ
Memleket Şoförlerine İthaftır...
1943 yılında yayımlanan “Bir Şoförün Gizli Defteri”[1], Aka Gündüz’ün “Bunu Niçin Yazdım” önsözü ile başlar; “Memleketimin şoförleri! Bu eserimi sizin için ve içinde çalıştığınız cemiyet için yazdım. Fakat hepsini size ithaf ediyorum(... ) Ben bu eserimde bir şoförün hayatını anlatırken, kuvvetle zannediyorum ki, cemiyetin muhtelif manzaralarını da birkaç çizgi ile göstermiş oluyorum. Bunun içindir ki (Bir Şoförün Gizli Defteri) yalnız sizin kitabınız değildir. Burada hemen her vak’a bir hakikâte temas eder. Yalnız ben onların yerlerini, isimlerini, zamanlarını değiştirdim. Maksadım şu rezili, bu faziletliyi, öteki doğruyu, beriki iğriyi teşhir etmek değil, sadece hayat hadiselerini, amillerini anonim şekle sokarak göstermektir. ” diyerek romanı yazış gerekçesini söyler. Yazarın amacı sadece bir şoförün hayatını anlatmakla kalmayıp toplumu ilgilendiren meselelere de değinmek istediğinden bahseder. Bu kitap sadece şoförlerin kitabı değil aslında topluma mal edilmiş bir kitaptır.
|
Romanın ilk bölümü insanların tabiriyle ‘şoför milletinin’nasıl ifade edildiğinden bahseder.
“Şoför milleti değil mi?... Geç!
Şoför milleti değil mi?... Çatma!
Şoför milleti değil mi?... Aldırma!
Şoför milleti değil mi?... Hepsi bir camekanın mostrası!
Şoför milleti değil mi?... Ne hayır beklenir? Hepsi birbirinden beter, hepsi birbirinden berbat, hepsi birbirinden sunturlu, birbirinden kötü!”(s. 9)
Yazar şoför milleti ile diğer insanları karşılaştırmaya devam eder. Her zaman ve her yerde şoför milletinin horlandığından ve küçük görüldüğünden bahsederek romanına giriş yapar. Anlaşılacağı gibi, bir şoförün hayat hikâyesini türlü facialarla “süsleyen” ve bir erken dönem arabeski olma unvanını hak eden bir hikâyesi var romanın:
Asıl kahramanımız Aksaraylı Erol, dürüst, çalışkan, namuslu ve yardımsever bir şofördür. Karşı komşuları Ekrem Paşanın kızı Çiler’i sever. Sosyal durumlarının farklılığını bilir, ama yine de evlenmek ister Çiler’le. Elbette reddedilecek, üstelik böyle bir densizlik yaptığı için karakola bile çekilecektir. Küçümsenen şoförlüğüdür. O da ticarete atılır; ama Çiler’i evliliğe ikna edemez. Bu sırada askerlik gelip çatmış, Erol Millî Mücadele’ye katılmıştır. Savaşın en sıcak cephelerinde yine şoför olarak memleket hizmetindedir.
Erol cephede savaşa dursun, İstanbul’da yozlaşma almış yürümüş, Çiler babasının ölümünden sonra semt değiştirip sosyeteye karışmıştır. Sosyete demek yozlaşma demektir. Nitekim Çiler, bu hayata ayak durmak için kısa zamanda “düşer”, erkeklerle para için düşüp kalkmaya başlar. “Paşa Kızı Çilek”tir artık adı. Erol da ilişki kurar onunla, kurtarmak ister, ama gururlu kadın bir kez daha reddedecektir Erol’u.
Olayların zincirleme ama kopuk kopuk aktığı hikâyede Çiler’in durumu iyide iyiye ağırlaşır. Bir müşterisinden frengi kapar, parasız kalır. Borçlanır. Yine Erol çıkar sahneye. Çileri’in tedavi masraflarını üstlenir, fişlenmekten kurtarıp Bursa’ya götürür onu. Çiler’e hastalık bulaştıran adamı da öldürür. Sonunda Erol ve Çiler evlenirler. Ne var ki güzel günler uzun sürmeyecektir. Çiler, Erol’u yine terk eder, çocuğunu düşürür, Avrupa’da artistliğe başlar. Üstelik kokain de girmiştir hayatına. İşleri bozulup Ankara’ya döndüğünde kaçınılmaz son gelip çatar. Erol, Çiler’i öldürmeye kararlıdır. Ne var ki yaşadığı hayattan pişman kadın kendisini zehirler. Erol ise vurulup yaralanmıştır. Hastaneden kaçar, Aka Gündüz’ün evinde saklanır. Roman, onun hatıralarını okuyan Aka Gündüz tarafından yazılacaktır.
Romanın ana fikri, bir insan ne kadar kötü durumda olursa olsun, ona hangi yakıştırmalar yapılırsa yapılsın, o insanın mutlaka temiz bir yanı vardır. hiçbir zaman kesin kanaatler de bulunmamalı, insanlara ön yargılı davranmamalıyız. Ayrıca aile içersinde meydana gelen her olay sadece o ailenin çözmesi gereken mesele değildir. Bu aynı zamanda toplumsal bir meseledir.
Yoksulluk, adaletsizlik, yağmacılık, fuhuş, toplumsal çürüme manzaraları:
Bu hikâyede toplumun mazlum, yoksul ve güçsüz insanlarını yerle bir eden daha birçok felaket yer alıyor. Aka Gündüz bir taraftan bu insanların başına gelenleri anlatırken diğer taraftan da döneminin sosyal ve ahlâki değerlerini eleştirmiştir. Özellikle İstanbul romanda ele alına başlıca şehirlerden biridir. İstanbul her anlamda yaşanan olumlu olumsuz bütün değişmelerle karşımıza çıkar. İstanbul için yapılan şu yorumlar dikkat çekicidir:
“İstanbul başka bir alemde. İstanbul’da bir şey olmamış gibi her gün yeni bir siyasi fırka peyda oluyor. Ne kadar çok da diplomatımız varmış! Her teşekkül eden yeni fırka memleket süt limanlıkmış gibi hırlaşmaya başlıyor. Türkiye bütün iktidarını sıfıra kadar tüketmiş, fakat fırkalar iktidar mevkiine geçmek için akla gelmez entrikalar çeviriyorlar. Birtakım abuk sabuk Paşalar amelimanda koşu beygirleri halinde Sadaret yarışına çıkmışlar..... Sizden bir, bizden iki! Diye kabinelerde Nazırlık paylaşıyorlar. Başları akilli, sırtları İngiliz üniformalı Mekke Şerifleri açık faytonlarla Babıali’ye girip çıkarak çalım satıyorlar. Tünel sokağındaki Hahamın koltuk meyhanesinde bile Filistin bandırası asılı. Fakat İstanbul eğleniyor. Hayır! Yanlış söyledim anneciğim! Hayır yalan söyledim (bilgi yelpazesi.net) babacığım Hayır inanma kız kardeşçiğim! İstanbul eğlenmiyor, İstanbul kan ağlıyor. İstanbul yerine Beyoğlu eğleniyor. ”(s. 104) diyen Aka Gündüz, Cumhuriyet öncesi dönemi diğer yazarlar gibi ahlâki düşkünlük üzerinden eleştirmektedir. Ne var ki savaştan sonra da değişmez durum. Yoksullar yine yoksul ve güçsüz, zenginler yine zengin ve acımasızdır. İnsan hayatlarını ayaklar altına alındığı bir toplumsal yapı sergiler Aka Gündüz.
İstanbul böyleyken Ankara’daki gelişmeler de aktarılır. Evlendikten sonra Erol ve Çiler burada yaşamışlardı. “Ankara gittikçe bir alem oluyor. Eski perakendelik süratle siliniyor. Yerine toplu bir cemiyet geliyor. Medeniyet ve konfor fikri ilerliyor. İnşaat, inşaat, inşaat... Şu kış ortasında bile hiç olmazsa malzeme idhar ediliyor. ” (s. 201) Fakat buradaki anlatımda dikkati çeken unsur, İstanbul karşımıza kötü bir manzara ile çıkarken Ankara gelişen, değişen ve modernleşen bir şehir olarak karşımıza çıkar.
Aka Gündüz, romanında fuhuş, düşmüş kadınlar, onların satıcıları ve ahlâki çöküş üzerinde çok durmuştur. Erol, şoförlük yaparken öyle olaylarla karşılaşır ki, romanı okurken hayretler içinde kalmamak imkansızdır. Çifte griler mi dersiniz, eşini adatan kadınlar mı dersiniz, sosyete karışayım derken ayağı kayan genç kızlar mı dersiniz, eşinden sıkılıp genç kızlarla gönül eğlendiren erkekler mi dersiniz... Hemen hemen her tabakada insanı bu romanda bulmak mümkün! Ama Erol fuhuşla mücadele edileceğine fuhuşa neden olan insanlıkla mücadele edilmesinden yanadır.
“Fuhuşla mücadele... Yuf olsun hepinize! Fuhuşla mücadeleden evvel insanlıkla mücadele ediniz. Fuhuş bu insanlığın eseridir. Eserlerine baksın, baksın da yerin dibine girsin!” (s. 145) diyerek yazar fuhuşun insanlığın bir eseri olduğundan bahseder. Burada Erol’un Çiler’e olan aşkından ve ona olan sevgisinden kaynaklanan bir koruyuculuk ve Çiler’in mutlaka temiz bir tarafının olduğunu kanıtlama isteği yatmaktadır. Zaten romanın ilerleyen bölümlerinde Erol, Çiler’in temiz kalan bir yanının olduğuna inandığı için onu düştüğü bataktan kurtarmaya çalışacak hatta onunla evlenecektir. Çevreden gelen bütün dedikodulara kulağını tıkar ve Çiler’i temiz bir aile kızı yapmaya karar verir. Bu kararı vermede sadece bu düşünceler yoktur. Erol her zaman Çiler’i sevmiş ve onu –ne kadar ‘düşmüş’de olsa- hiç unutmamıştır. İçinde Çiler’e karşı her zaman iyi duygular beslemiştir. “Çiler mi dedim? Bu ağrı birdenbire şakaklarıma neden yapıştı? Çiler bir hastalık mıdır ki, derdemez başım sancıdı? Çiler ha, evet ben Temizin bebeğinden başka bir Çiler tanımamıştım. Kimdi o? Onu hiç hatırlamak istemiyorum. Onu onun beni tanımadığı gibi... Fakat bana bir de mektup yazmıştı. Ben o mektubu neden cüzdanımın içinden çıkarıp atamıyorum, yakmıyorum?” (s. 156) diyerek Erol, Çiler’e olan duygularını hem açığa vurmakta hem de saklamaya çalışmaktadır.
Romanda çok fazla yer almasa da Erol’un iç konuşmalarına da yer verilmiştir. Bu iç konuşmalarda, Erol Çiler’e olan ilgisi,sevgisi,onu kurtarma isteği karşısında Erol’un şaşkınlığını görmekteyiz. Bir taraftan Çiler’i kurtarma isteği yani aşkı konuşurken diğer taraftan da kini onu yalnız bırakmamaktadır. “Erol! Sen onu seviyorsun. Onu unutmuş görünmek istedin. Geldin geleli hiç kimseye, hatta Temize de bahsetmedin. Kendini aldattın. Sen onu ara, bul. Onu okşa, onu öp, onu teselli et... “bu kısımda Erol’un aşkı galip gelmekte; “Hayır! Sen onu bul, fakat öpme! Dudakların zehirlenir. Okşama! Ellerin kirlenir. Teselli etme! Gönlün cifelenir. Onunla karşılaş. Onu tahkir et, onun yüzüne tükür, dünkü basit şoför bugün de basit ve temiz şofördür, de, fakat dünkü paşa kızı Çiler, bugün paçavra kızı Çilek oldu, de... Sen ona tertemiz bir kalp, tertemiz bir hayat, tertemiz bir yuva ve tertemiz bir istikbal ikram ettin. O seni bile bile, istiye istiye reddetti. Seni zelil gördü. İnsan değil misin sen! Kin denilen ulvi şey sende yok mu ha! Bu onu ve paçavralığını ser önüne!” (s. 120) Bu bölümde ise Erol bambaşka duygular içersindedir. Kini aşkına galip gelmiş, Çiler’i aşağılama, onun rezilliğini yüzüne vurma isteği galip gelmiş ve içinde ona karşı büyük bir kin ortaya çıkmıştır. Erol Çiler’e karşı büyük bir kin beslemiş, hatta onu öldürmeyi bile düşünmüştü. Ancak Erol bu söylediklerine kendi de inanmamaktadır. Bu tezin en önemli kanıt ise, romanın sonunda Çiler kendini öldürdükten sonra Erol’un onu kurtarma çabaları ve onun için yaptıkları gösterilebilir. Sonuç olarak, Erol bazen kendi de inkar etse de o, Çiler’i her zaman sevmiştir. Öldüğünde bile...
Erol’un ölüm hakkındaki görüşleri yine iç konuşma şeklinde verilmiştir. Ona göre seven adam intihar etmez. İntihar aşkın aczini gösterir. İntihar eden kahraman değildir. Asıl kahramanlık Erol’un yaptığıdır. O yaşamak istemektedir, çünkü daha çok sevmek için daha çok yaşamak istemektedir. Hayatı istemektedir. Ölüm ona zorla gelmeli, ensesine çullanmak istememeli, Erol onunla pençeleşmeli, boğuşmalı, hangisi mağlup olursa o ölmelidir.
Çiler ve onun gibi düşen diğer kızların hali yürek yakıcıdır. Oradan oraya savrulmakta, efendileri olan kadınların emirleri altındadırlar. Çiler de ‘düşmüş’kadınlara en iyi örnektir. Önceden Paşa Kızı Çiler iken, şimdi Paşa Kızı Çilek olmuştur. Eskiden herkese yüksekten bakan Çiler, şimdi karnını doyurabilmek için o insanlarla yatıp kalmaktadır. Eskiden son moda elbiseler giyen Paşa Kızı Çiler şimdi üzerine giyecek yünlü entariyi zor bulmaktadır. Bir deri bir kemik kalmıştır. Artık eskisi gibi müşteri de bulamamaktadır. İşte, KÖTÜ SON!
Bütün bunlara rağmen Erol, Çiler’i düştüğü bataktan kurtarmak için çareler aramakta ve çarenin fuhuşla mücadele olduğuna kanaat getirmektedir. O, fuhuşla gerçekten mücadele edilmesini istemektedir. Ona göre düşmüş kadın mutlaka kalkmak ister. Ona hemen damga vurulmamalıdır. Fuhuş ile mücadelede için üç önemli nokta vardır: Çaçalar, tefeciler, komiser muavinleri... Erol bir taraftan fuhuşla mücadele için çareler aramakta bir taraftan da “Ulan sersem şoför! Bu işler, bu ukalalıklar senin neyine!? Sen kendi yağınla kavrul, kendi derdinle yan! Dünyayı düzeltmek, yanlış yollarda kılavuzluk etmek senin ne haddin be avanak!... ” (s. 170) dese de Çiler’e olan aşkını sığınak göstererek ona yardım etme duygusundan hiç vazgeçmez.
Bu özellikler, Aka Gündüz’ün hemen her romanında karşımıza çıkacaktır. Toplumun farklı kesimlerinden gelen insanları toplumsal sarsıntılar yüzünden acılar içinde kıvranırken yakalar o; romanlarındaki belli başlı tipler arasında; havai, zayıf ruhlu, akıllı, ciddi kadın ve erkekler, saf ve masumca sakin bir hayat yaşarken, yahut hayatta sığınacak bir yer bulmak için çırpınırken yoldan çıkarılan kızlar, iğfal edilen ev kadınları, keyif verici muzır maddelerin tesiriyle harap olanlar, bunlardan başka bilhassa büyük inkılâpta çalışan kahramanlar, fedakârlar ve Türk büyüklüğünü ve faziletini temsil edenler vardır.
Erol, roman boyunca düşüncelerini açıkça söyleyen, özeleştiri yapan,düşünce ve duygularından bahseden bir tip olarak karşımıza çıkar. Çiler’le evlenip Ankara’ya taşındıktan sonra şiir karalamaya başlamıştır. Hatta yağmur yağması için yazıp duvara astığı şiir (şiiri astıktan sonra yağmur yağar) onun mahalle arasında ün kazanmasına neden olmuştur. O da (bilgi yelpazesi.net) şairleştiğinin farkındadır. “Enine boyuna şairleştiğimin ben de farkındayım. Yalnız ban ne sembolik şair olabiliyorum ne de senfonik... Benim sesimden kafatasına inmiş bir bulut ahengi, benim kafiyemde sağrıya batmış bir çuvaldız sivriliği var. Yalnız karıcığımla karşı karşıya geçtiğim zaman lirik oluveriyorum. Eğer o akşam ev kalabalıksa şairliğim de komikleşiyor. Yalnız şu şairlik –ister lirik, ister komik, isterse tiftik olsun- karın doyurmuyor... ” (s. 205) diyerek hem kendinden hem de şairlik mesleğinden bahsetmektedir.
“Günler mi, haftalar mı, aylar mı geçti? Zamanın ölçüsü ne olursa olsun ben bir Abdülhak Hamit tezadı içinde geçiriyorum: Dopdolu bir boşluk ve bomboş bir doluluk içindeyim. Hayatım: Tembel romancının yarıda bıraktığı tatsız, fasılalı tefrikaya döndü; öyle yavanım ki... ” (s. 217) belki de bu bölüm roman içersinde bir insanın ruh halini tasvir eden en iyi bölümlerden biri!
Çiler Erol’dan hamile kalmış; fakat çocuğu istememektedir. Bu nedenle çocuğunu düşürmüştür. Çiler, bunun sebebini şöyle açıklar:
“... Sen tamamen mazisin Erol! Bana her bakışında göz bebeklerinde bunu görüyorum. Sen her gün, her saniye benim mazimi yaşıyorsun. Onunla endişeleniyorsun, onunla korkuyorsun. Yalnız mazimin çirkinliğini unuttun, yoksa mazimin... ah... daha ne söyliyeyim, anlatamıyorum... ” (s. 245) diyerek çocuğu istemediğini söylemektedir.
Romanın sonunda Çiler intihar etmektedir. Belediyenin kuduz köpekleri öldürmek için kullandıkları ilaç ile Erol’un gözleri önünde kendini öldürür. Kendisinin artık insan olmadığını âdeta köpekleştiğini söyleyen Çiler, bir insan gibi değil, bir köpek gibi ölmesi gerektiğini söyler. Erol, evdeki bir müşteri tarafından vurulur. Hastaneye kaldırılır. Onun aklında tek bir düşünce vardır: Çiler’in temiz bir tarafının kaldığını kanıtlamak! Çiler’in ölümü onun temiz tarafının galip gelmesidir. Eğer Çiler’i ben öldürdüm derse Çiler’in temiz tarafını gösteremeyecek. İşte bu nedenle hastaneden kaçar ve Aka Gündüz’ün evine gelir. Ona gizli defterini teslim eder. Erol, bir namus davasının değil, bir hayat davasının peşinde koşmuştur. Basit bir karı koca meselesi değil, bir cemiyet meselesinin içinde eriyip gitmiştir.
Roman Erol’un şu sözleriyle son bulur:
“... Ve böylece bir son perde düşmanlara bile nasip olmasın. Ne kadar kepaze olduğunu bilmekle beraber yine seni çağırıyorum: Ver elini hayat! Ver elini! Sonuna kadar beraber yürüyüp gidelim....... ” (s. 302)
|
>>>TIKLAYIN<<<
“KİTAP ÖZETLERİ ”
SAYFASINI GÖRMEK İSTERSENİZ
>>>TIKLAYIN<<<
“EĞİTİM ÖĞRETİM İLE İLGİLİ BELGELER ” SAYFASINA GERİ DÖNMEK İÇİN
>>>TIKLAYIN<<<
EKLEMEK
İSTEDİKLERİNİZ VARSA AŞAĞIDAKİ "Yorum
Yaz"
kısmına ekleyebilirsiniz.
|