|
Eğitim Öğretim İle İlgili Belgeler > Kitap Özetleri > Roman Özetleri
PAPELOĞLU ÖZET KİTAP ÖZETİ ROMAN ÖZETİ
Yazarı: ERCÜMENT EKREM TALU
Romanın Konusu: Amcasının ölümü üzerine onun yerine geçen Satılmış adındaki gencin şans eseri eline geçen piyango sonucu bir servete kavuşması ve bunun ardınca yaşanan olaylar sonucu servetini tüketip tekrar eski haline dönmesidir.
Romanın Ana Fikri: Haydan gelen huya giden misali yarınını düşünmeden yaşayanlar, başlarına gelen olayların sonuçlarına katlanmak zorundadırlar. Paranın varlığına kanıp da çalışmayı bir yana bırakmamalıyız. Çünkü yarının garantisi yoktur.
Romanın Özeti
Sabah, alaturka saat on bir idi. Devlet gemisinin kumanda köprüsü olan Babıali uyanıyordu. Demir parmaklı kapıdan içeriye birisi girdi. Babıali’ye ilk gelen odacı İbrahim Ağa’dan sonra, Kaşif Bey olurdu. Kaşif Bey, Babıali memurunun halis ipi idi. Kaşif Bey işe başladıktan sonra diğer çalışanlarda içeriye girmişti. Odacı kahveleri getirip her birinin önüne bir fincan bırakmıştı. Bir köşede Ata isminde bir gençle, Şücaattin namındaki komşusu evrak mukabelesine koyulmuştu.
Şücaattin’in o sıralar paraya acil ihtiyacı vardı. Birinin başı acilen sıkışacak olsa soluğu İbrahim Ağa’nın yanında almıştı. İbrahim Ağa’dan borç para istemiş ancak İbrahim Ağa, kendisinde para olmadığını söylemişti. Yalvar yakar Şücaattin, İbrahim Ağa’yı borç verme konusunda ikna etmişti. Karşılığında ise ona rehin olarak şimendifer kağıdı verdi. Şimendifer sarraflarda alınıp satılan ikramiye kağıdıydı.
|
Türkiye’de Ermeniler ayaklanmak istidadını gösteriyorlardı. Rus Çarı’nın İstanbul Sefiri ile Anadolu’daki konsolosları seferber olmuşlar, paçaları sıvamışlardır.
Öğleden bir saat kadar evvel, ellerinde bir paketle beraber iki kişi Babıali’nin parmaklığı önünde bir konak arabasından inmişlerdi. Paketi Babıali’nin içerisine bırakıp, ortadan kaybolmuşlardı. Bomba kurulmuş, patlamak için muayyen dakikasını bekliyordu. Tam öğle ezanı okunurken, Babıali’nin kölme çatısı yaman bir gürültü ile birden bire sarsılmıştı. Aynı zamanda bütün camlar korkunç bir şangırtı ile bahçeye ve avluya dökülmüştü. İçeriden kurtulanların biraz sonra akılları başlarına gelmişti. O zaman birisinin aklına geldi ve sordu:
- Yahu ! Bizim İbrahim Ağa nerede?
- Sakın, adamcağız?.. Yanarım, alimallah!
- Ayol, bakın. Arayın şunu!
İbrahim Ağa’yı aramaya başlamışlardı. Ama İbrahim Ağa meydanda yoktu. İlk hamlede kendini sokağa atmıştır diye düşündüler. Babıali’nin içi ana baba gününü andırıyordu. Kaybolan İbrahim Ağa artık unutulmuştu. Derken tahkik heyeti enkaz yığınını karıştırırken, duvarın yıkık taşları arasında boylu boyunca uzanmış, yüzü gözü tanınmayacak bir pıhtı haline gelmiş bir ölü ile karşılaşmıştı. Onu, ilkin suikastı işleyen adamlardan biri sanıp sevinmişlerdi. Ancak üzerindeki “Daire-i Sadareti uzma” ibaresini görünce, o zaman bu zavallı günahsız ölünün, İbrahim Ağa olduğu anlaşıldı.
Babıali odacılığı adeta akrabadan akrabaya intikal ederdi. İbrahim Ağa’nın vefatı üzerine onun yerine geçecek bir akrabasını aramaya başladılar. İbrahim Ağa’nın, köyde altmış beşlik dul karısından başka kimsesi kalmamıştı. Karısını memlekette, evlatlık edindiği Satılmış isminde bir çocuk vardı. Satılmış, rahmetlinin ölmüş kardeşinin büyük oğlu idi. İbrahim Ağa’nın kara haberi ile birlikte, yerine geçecek birisinin arandığı duyulunca Satılmış’ı İstanbul’a göndermeyi uygun bulmuşlar ve Satılmış tez zamanda İstanbul’a gönderilmişti.
Satılmış Babıali’ye gidince onu görenler şaşırmıştı. Orada çalışanlar Satılmış’ı bu göreve layık görmemişlerdi. O günden beri Satılmış, mektupçu efendinin odacılığını yapıyordu.
İbrahim Ağa’nın sepetinde, sandığında kalan eşyayı da mektupçu efendinin emriyle kendisine teslim etmişlerdi. Satılmış kendisine kalan senet sahiplerinin her birini öğrenmişti. Bütün senetleri kendi adına yeniletmişti. Her ay kira toplar gibi faiz toplamaya başlamıştı. Rahmetli İbrahim Ağa para gözlü değildi. Gönlü çok gani idi. Yıllardan beridir, nice insana karşılıksız yardım etmiş, alacağını bağışlamıştı. Satılmış ise tam tersi idi. Borçlunun biri borcunu iki gün geciktirse başına bela kesiliyordu.
Şücaattin Efendi’nin İbrahim Ağa’ya rehin olarak verdiği şimendiferler de Satılmış’ın eline geçmişti. O bunlardan bir şey anlamıyor, borcunu ödemesi için zavallı katibi sıkıştırıyordu. Vaziyeti büsbütün bozulmuş olan Şücaattin Efendi bir sabrı tükenince Satılmış’a amcasına rehin verdiği kağıtları istediği gibi kullanmasını, parasının olmadığını söylemişti.
Gökyüzünden, bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun altında,Galata’dan Havyar Hanı’nın kapısının önünde duran ihtiyar Yahudi şimendifer piyangosunda kazanmış numaraların listesini gelene geçene bildiriyordu. O akşam, Satılmış ile arkadaşı Kara Mehmet birlikte Galata’ya eğlenmeye gidiyorlardı. Havyar Hanı’nın önüne gelmişlerdi. Yahudi’nin çatlak sesi, kulaklarının içinde ötmüştü. Satılmış ihtiyara ne sattığını sormuştu. İhtiyar onlara cevap bile vermemişti. Bunun üzerine Satılmış sinirlenmiş, ihtiyara bağırmıştı. İhtiyarda durumu anlatmıştı. Satılmış kesesinin içinden çıkardığı kuruşu ihtiyara uzatıp bir numara kağıdı almıştı.
İnsanların, hayatlarını değiştirecek bazı hadiseler böyle içlerine doğar. Satılmış’ın da her halde içine doğan bir şey vardı ki,kuruşa kıyıp da, böyle yağmurun altında numara kağıdı satın almıştı.
İki kafadar gönüllerindeki neşe ile bir eğlence yerine gitmişlerdi. Satılmış ile Kara Mehmed, memleketlerindeki Köse hocanın ballandıra ballandıra tasvir ettiği cennet zevklerini dünya yüzünde denediklerinden emin olarak ve vazifeye yetişme kaygısı ile bir gecelik eşlerinin kollarından kurtulup, kendilerini sokağa atmışlardı.
Satılmış,cebinde numara listesini görünce sandığında duran tahvilleri çıkarıp bakmıştı. Ancak üzerindekiler Fransızca yazılı olduğundan anlayamamıştı. Sadareti uzma tercümanı Fedon Bey’e sormaya karar vermişlerdi. Satılmış, numara listesiyle birlikte tahvilleri de alıp Fedon Bey’in yanına gitmişti. Numaralara bakan Fedon Bey, iskemlesinden sıçramıştı. Satılmış ne olduğunu sormuştu. Büyük ikramiyenin ona vurduğunu duyunca upuzun yere serilmişti.
Gözlerini açtığı zaman, kendisini koğuşta ve yatağının içerisinde bulmuştu. Başına konan devlet kuşunun haberini çoktan almış olan bütün kapı yoldaşları etrafına üşüşmüşler,kimi kollarını, kimi de bacaklarını ovuyordu. Şücaattin’in çenesini bıçak açmıyordu. Zavallı haksız olduğunu bile bile, Sdatılmış’ın merhametine sığınarak,ikramiyeden bir miktar sadaka niyetinde pay istemişti. Bunu hakaretle reddeden odacı, kapı yoldaşlarının ve mektupçu efendinin ısrarıyla, Şücaattin’e bol keseden elli altın vermişti.
Paranın bir kısmı bankada duruyordu. Bir kısmı ise kiralanan bir kasanın içinde duruyordu. Satılmış her gün, bir vakit bulup Galata’ya geçiyor, sevgilisinin hasretine bir gün dayanamayan bir aşık gibi, paralarının ziyaretine koşuyordu. Para (bilgi yelpazesi.net) dediğin karı gibidir;gözünden ayırmaya gelmez, başkasına kaçar, diye mantık yürütüyordu. İşinden gücünden de soğumuştu. Zengin olduktan sonra çalışmanın, şuna buna hizmetkar olmanın manasını anlamıyordu. Memleketi de Satılmış’ın gözünde fena halde tütmeye başlamıştı. Ve günün birinde, mektupçu efendinin karşısına dikilip, memlekete döneceğini söylemişti. Mektupçu efendinin elini öpüp, kalemlere uğramaya lüzum bile görmeden oradan ayrılmıştı.
Vapuru, Karadeniz iskelesine hareket etmek üzere idi. Satılmış, kendisiniup,ğurlamaya gelen Kara Mehmet ile birlikte,bir sandaldan indi. Yorganını sımsıkı koltuğunda tutuyordu. Dört günlük bir yoldan sonra Satılmış, kendi köyünün iskelesine varmıştı. Bir tane yaylı kiralamış ve köyünün yolunu tutmuştu. Onu bu halde gören köylüsü Osman Çavuş çok şaşırmıştı.
Satılmış, köyden kasabaya inmişti. Kasabada kendisine bir ev yaptırmaya karar vermiş, bu konuyla ile ilgili olarak İzzet Efendi ile görüşmeye başlamıştı. İzzet Efendivergi katibi idi. Satılmış’ın kolay avlanacak ve yolunacak bir yağlı kuyruk olduğunu anlayıp ona yanaşmıştı.
İzzet Efendi,Satılmış’ın zayıf damarını biliyordu. Satılmış eşraftan Sülükoğlu’nu çekemiyordu. Sülükoğlu kasabanın en ileri gelenlerinden biri olduğu için Satımış’ın sinirlerine dokunuyordu. İzzet Efendi,Satılmış’a yaptıracağı evi anlatırken, Sülükoğlu’nu çatlatacaklarını söylüyordu. Evi onun konağının karşısına yaptırmaya karar vermişlerdi.
Evin yapımına başlanmıştı. İzzet Efendi, Satılmış’tan aldığı paraların bir kısmını cepe indiriyordu. Evin duvarları gittikçe yükseliyordu. Vergi katibi de, Satılmış’ın kah gururunu okşayarak, kah başka türlü yalanlarla bir yolunu bularak onar, yirmişer sızdırıyordu. Sabık odacı parasının hesabını bilmiyordu. Bunu tesadüfen ağzından kaçırmıştı. O zaman İzzet Efendi’ye gün doğmuştu.
Ev sonunda bitmişti. İzzet Efendi’ye de bir oda vermişti. Satılmış, eve harcadığı paralara acıyor, servetinin bitmesinden korkuyordu. İzzet Efendi evin içini döşerken de Satılmış’tan para koparmıştı. Arkadaşı Ali Bey’den eşyaları ucuza alıyor, ancak Satılmış’tan harcadığı paranın 3-4 katını istiyordu.
Satılmış henüz kasabada kimselerle ahbap olmamıştı. İzzet Efendi’nin ısrarıyla bir gün konakta yemek vermeyi kararlaştırdılar. Kasabanın ileri gelenlerini bir davete çağırmışlardı. Ancak bu davete bir iki kişi dışında iştirak eden olmamıştı. Oysa Satılmış,bu davet için onlarca para harcamıştı. Ancak İzzet Efendi’nin türlü türlü oyunlarıyla Satılmış kasabada yavaş yavaş itibar görmeye başlamıştı.
İzzet Efendi bu seferde Satılmış’ı evlendirmeye karar vermişti. Tabi bunda da kendi çıkarına göre hareket ediyordu. Kasaba eşrafından Hacı Rıza Bey’in bir baldızı vardı. Hacı Bey sarayı hümayun tablakarlığından yetişme bir adamdı. Bu konuyu Satılmış’a açmadan önce Hacı Bey’le konuşmuştu. İki tarafı da oyunlarıyla kandırmış, ikisinden de paralar koparmıştı. Satılmış’ı evliliğe zor ikna etmişti.
İmam, Emet’i Hanım’ın Hacı Rıza Bey ile Satılmış’ın vekili İzzet’tir. Efendinin ortalarına oturup nikahı kıymıştı. Emet’i ile evlenmek, Satılmış’a uğur getirmişti. Senesinde bir evlat dünyaya gelmiş, meclisi idarede azalığa getirilmişti. Emeti, ablasıyla el ele vererek evi adama döndürmüşler, Satılmış’ın da kılığına, kıyafetine çeki düzen vermişlerdi. Emeti’nin eniştesinden duydukları üzerine, Satılmış, İzzet Efendi’yi kendi yanından uzaklaştırmıştı. Fakat arada bir görüyor, ona akıl danışıyordu. İzzet efendi, Satılmış’tan aşırdığı paralarla rahat yaşıyordu. Satılmış’ın peşini bırakmaya da pek niyeti yoktu.
İzzet Efendi, Satılmış’ın yine kafasını karıştırmış, ona akıllar vermeye başlamıştı. Kendisinin padişah tarafından tanınması gerektiğini söylemişti. Padişaha kaymakamı şikayet eden bir mektup yazmışlardı. Daha doğrusu kaymakama bir iftira atmışlardı. Mektup Padişaha ulaştıktan sonra kaymakam Adem Bey’in görevine bir telgrafla son verilmişti. Kaymakam vekilliğine Naip Efendi tayin olmuştu. Bu haber kasabada top gibi patlamıştı. İşin iç yüzü öğrenilince tüm kasaba Satılmış’tan korkar olmuştu. Hacı Rıza Bey, damadının yaptığı karşısında utanç duyuyordu.
İzzeti Efendi, kendisine konakta bir nevi kahyalık vazifesi uydurmuştu. Satılmış’ın gözleri iyiden iyiye açılmış, İzzeti Efendi’den iyi de usta kesilmişti. Fakat vergi katibini yanından eksik etmiyordu. Onun aklına pek fazla muhtaç değildi ama onun uğruna inanıyordu. Ve onun gördüğü bazı işlerden çöplenmesine müsaade ediyordu. Kurnaz İzzeti Efendi, arada bir nasihatlerini esirgemiyor, yapılacak kazançlı işleri haber veriyor ve kendisi için bir şeyler istemeyerek efendisinin gözüne giriyordu. Efendisini bir mektep yaptırmaya ikna etmişti. Böylece devlet büyüklerinin gözüne girecekti. Neticede öyle olmuştu ve bu davranışı taktir kazanmıştı.
Satılmış, artık İzzeti Efendi’ye akıl danışmaya lüzum görmüyordu. Sağlamlaştırdığı konumundan yüz bularak, kendine daha çok güveniyordu. İzzeti Efendi, bu durumdan çok üzgündü. Birkaç zamandır, Satılmış’ta bir daha evlenmek hevesi baş göstermişti. Eşraftan hiç kimsenin kendisine kız vermeyeceğini anlayınca kendi köyüne başvurmuş, orada Gülsüm’ü nikahlayıp evine aldı. Kendi üstüne bir ortağın getirilmesi Emeti’nin pek gücüne gitmişti. Gülsüm gebe kalınca eve büsbütün yerleşeceği anlaşılmıştı.
İzzeti Efendi ise ele güne karşı gösteriş olsun diye, konağa girip, çıkıyor, yarım saat kadar kaldıktan sonra meyhaneye atıyordu. İzzeti Efendivelinimetine karşı kırgındı. Ona etmiş olduğu bunca hizmetin mükafatını görmediğini inanıyordu.
Bu vaziyet uzun sürmemişti. Hükümete karşı kalk ayaklanmıştı. Bu ayaklanmada halkı kışkırtanların başında İzzeti bey vardı. Ayaklanmanın sebebi Kanuni Esasi idi. İzzeti Efendi,hadisenin önemini kavrayınca hareketin başına geçer geçmez, halkın nazarında derhal ehemmiyet kazanmıştı. Hükümetin birden eriyen otoritesi tamamıyla İzzeti Efendi’ninn eline geçmişti. Artık halkın en büyük merci o olmuştu. Satılmış ile selamı sabahı kesmişti. Sokakta rastlarsa başını çeviriyordu. Hafiyedir diyerek ayağını kaydırdığı Satılmış’ın yerine idare meclisine kendi geçip oturmuştu.
İstanbul’da 31 Mart Vakası çıkınca İzzeti Efendi bir türlü ortaya çıkmaya cesaret edemiyordu. Çünkü önceki olaylarda bu vakayı çıkaranların gözünden düşmüştü. Kendini İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin üyesi gibi göstermişti. Yalnız kalan İzzeti Efendi soluğu yine Satılmış’ın konağında almıştı. Satılmış ile barışma yollarını arıyordu. Satılmış’ı büsbütün kendine bağlayacaktı.
Satılmış’ın evinde misafirliğe gelen komşu kadınları oturmuş, konuşuyorlardı. O gün seferberlik ilan edilmiş,kasabaya da akşam üstü emir gelmiştir. 1. Dünya Savaşı çıkmıştır. Satılmış ile İzzeti Efendi bu esnada, Rum mahallesinde Barbara’nın meyhanesinde bulunuyorlardı. Vergi katibi efendisini rakıya alıştırmıştı. Cemiyetten tardolduğundan beri yıllar geçtiği halde,ikisinin de hayatında hiçbir değişiklik olmamıştı. Satılmış, çiftçi çubuğu ile meşguldü. İzzeti Efendi de onun yamacında, ufak tefek işler kıvırarak geçinip gidiyorlardı. Akşamları meyhanede geçinip gidiyorlardı. İzzeti Efendi,kendisinin yaşı gereği seferberlikten kurtulmuştu.
Erkeklerin ve kadınların çeneleri kilitlenmişti. Meşrutiyet ilan edildiği günden beri ulusun yüzü gülmemiş, kimseler rahat görmemişti. 31 Mart Vakası, Arnavutluk İsyanı, Balkan Faciası, şimdi de seferberlik ve bir harp daha... Bunu sonun nereye varacaktı böyle? Acı acı düşünüyorlardı.
Ertesi gün, faaliyet başlamıştı. Askerlik şubesine yerleşilmiş,sevk edilmeyi bekliyorlardı. Satılmış bir iki gün işi savsaklamıştı. Nihayet üçüncü günün akşamında şubeye müracaat etmişti. Bedel vereceğini söylemiş, şube reisi ret edince, İzzeti Efendi araya girmişti. İzeeti Efendi ne yapıp edip efendisini seferberlikten kurtarmıştı.
Harbe girdiğimizin ikinci yılında, bir gün vergi katibi, Satılmış’ın konağına koşa koşa gitmişti. İstanbul’da olduğu gibi, memleketin hemen bütün köşelerinde, yiyecek ve giyecek hususunda büyük bir darlık başlamıştı. Bulgurun ateş pahasına çıkacağı, hatta piyasanın günden güne fırlamakta olduğunu öğrenen İzzeti Bey,bu fırsatı kaçırmamaları gerektiğini ve bunu ticarete dönüştüreceklerini söylemişti.
Önceden azdan başlamaya karar verip işe girişmişlerdi. İlk partide yüze bin kar etmişlerdi. Para su gibi geliyordu. Satılmış ile can ciğerdiler artık. Zenginliğinin artmakta olduğunu gören Satılmış, bunu arttırmaya vasıta olan İzzeti Efendi’ye gittikçe bağlanıyordu.
İzzeti Efendi, Satımış’ı İstanbul’a gitmek için ikna ediyor,ona türlü türlü bahaneler uyduruyordu. Satılmış kararını vermek üzereydi. Fakat Hacı Bey’de hastalanmıştı. Onu bırakıpta Satılmış nasıl eğlenmeye gidecekti? Hacı Bey çok sürmeden ölmüştü. Evde hüküm süren matem onun için bahane olmuştu.
-Ölenle ölecek misin, karılar? Nedir bu ağlayıp sızlama? Sizi mi dinleyeceğim? Ben gidiyorum?
Deyip, İzzeti Efendi’yi aldığı gibi ilk kalkacak takaya atlamıştı. Satılmış ile İzzeti Efendi, İstanbul’a gelmişlerdi. İlk işleri, Sirkecide bir otele yerleşmekti. Akşama soluğu Beyoğlunda almışlardı. Bu memleketin harple sanki hiç bir ilgisi yokmuş gibi Beyoğlu, elektrikler içindede pırıl pırıl yanıyordu.
Madam Ayda’nın randevu evine gitmişlerdi. Bu ev gizli idi. Adresi arkadaşlarından almışlardı. Madam Ayda onların Anadolu’dan geldiğini öğrenmiş ve paralarının çok olduğunu anlayınca bu çok hoşuna gitmişti. İzzeti Efendi ile pazarlığa girişmişti. Satılmıştan ne koparabilirseler kardı. Satılmış’ın yanına Olga adında biri gelmişti. Tam Satılmış’ın istediği gibi birisiydi. Satılmış çok geçmeden sarhoş olup, sızıp kendinden geçmişti.
Satılmış, Olga’ya tutulmuştu. Bu tutuluş, kadının herhangi cazip hususiyetinde değildi. Satılmış’ın aşık olmak istediği en had safhasında iken, karşısına Olga çıkıvermişti. O esnada, Olga’nın yerine kim çıksaydı, gene akıbeti bu olacaktı. Tarla Başın’da Olga Hanım’a,hususi bir apartman kiralanmış döşenip dayatılmıştı. Satılmış, sabah akşam oradan çıkmıyordu. Memleketi, çoluğu çocuğu unutmuştu. Gelen mektuplara haberlere aldırış bile etmiyordu. Onlara yetecek kadar para bırakmıştı. İzzeti Efendi, memleketteki adamlarına yazdığı mektuplarda İstanbul’da önemli bir ticarete giriştiklerinden çabuk ayrılamayacaklarından, orasını idare etmelerini yazmıştı. İstanbul’da onun işi işti. Memlekette, Satılmış gibi çoluk çocuğu yoktu. Kendi tatlı canı için üst üste para biriktiriyordu. Zaten Satılmış ticaret düşünecek halde değildi. Ologa ‘nın en içerisinde hizmetini görmesi için bir kahya tutulmuştu. Bu Keteon adında yaşlı bir Ermeni idi.
Keteon, Satılmış’ın servetinin nereden geldiğini pek merak etmiyordu. İzzeti Efendi bu servetin sırrını ona açıklamıştı. Keteon, “Bunun için papelleri su gibi harcıyor” deyivermişti. Papelin ne olduğunu öğrenen İzzeti Efendi bu sözcüğü çok sevmişti. Papel, altın liranın kağıt olanına denmekte idi. İzzeti Efendi kendi kendine hep gülüyordu. Çünkü, Satılmış o sıralar ondan bir soy adı istemişti. Yani, kendisine bir lakab istiyordu. İzzeti Efendi ile Keteon ona Papeloğlu lakabını vermeyi kararlaştırmışlardı. Satılmış yeni lakabını duyunca çok memnun olmuştu. Papeloğlunun, para babası gibi bir manaya geldiğini anlamıştı. Bu ad onun itibarını artıracaktı. İzzeti Efendi’ye (bilgi yelpazesi.net) emretmiş, yeni lakabıyla mühür dahi yaptırmıştı. Papeloğlu lakabı günden güne piyasada ün alıyordu. Ticaretleri de yolunda gidiyordu. Para sanki su olup ceplerine akıyordu. Piyasadaki şaşkınlık, kararsızlık kendilerinin en büyük yardımcısıydı. Bundan istifade ediyorlardı. Ve böylece İzzeti Efendi’nin serveti iki, üç, yüz bin lirayı bulmuştu. Satılmış ise eline geçeni yiyordu. Gelecekten hiçbir korkusu yoktu. Bu şans onda iken neden korkacakmış? Olga da kendisine yetmez olmuştu. Parasını etrafa saçıyor, eğlence alemlerimden kendini alamıyordu.
Ama devir böyle devam etmezmiş. İzzeti Efendi bir gün ona kötü bir haber getirmişti. Borçlarını ödeyemez olmuşlardı. Acele paraya ihtiyaçları vardı. Lakin, Papeloğlu para bulamıyordu. Çünkü kasalarında hiç para kalmamıştı. İzzeti Efendi ve Olga onun paralarını yiyip bitirmişlerdi. Papeloğlu çareyi metresinde aramaya başlamıştı. Ama karı, Nuh diyor, peygamber demiyordu. Ona hiçbir yardımda bulunmayacağını söylemişti. İzzeti Efendi, menfi bir tavır takınmayı uygun bulmuştu. Hazır vesile varken,ondan ayrılmayı düşünüyordu. Faturalarının hiç birinde ortaklığını gösterir bir delil, sermayesini tehlikeye koyacak bir işaret yoktu. Satılmış, zorla kopardığı mühletten sonra cehennem azabı çekip borcunu ödemişti. Geçimi için memleketten para getirmeye mahkum olmuştu. Bu vaziyet böyle edemezdi. İzzeti Efendi ile memlekete dönmeye karar vermeye karar vermişlerdi.
Memlekete dönmüşlerdi. Satılmış’ın çiftliği ona yetiyordu. Mahsul para eder olmuştu. Ailesinin çerçevesi de daralmıştı. Sonradan aldığı kadın ölmüştü. Sadece Hacı Bey’in baldızı kalmıştı. Ondan bir dünyaya gelen evlat tesellisi için yetiyordu.
Mütareke geldi, çattı... Arkasından Harekatı Milliye... Yeni rejim... Papeloğlu kenara çekilmişti. Yaşlanmıştı da... Fakatİzzeti Efendi hale peşinden ayrılmıyordu. Artık sadece ahbap idiler. Eski zamanları konuşuyor, geçmiş günleri yad ile avunuyorlardı.
|
>>>TIKLAYIN<<<
“KİTAP ÖZETLERİ ”
SAYFASINI GÖRMEK İSTERSENİZ
>>>TIKLAYIN<<<
“EĞİTİM ÖĞRETİM İLE İLGİLİ BELGELER ” SAYFASINA GERİ DÖNMEK İÇİN
>>>TIKLAYIN<<<
EKLEMEK
İSTEDİKLERİNİZ VARSA AŞAĞIDAKİ "Yorum
Yaz"
kısmına ekleyebilirsiniz.
|