|
Eğitim Öğretim İle İlgili Yazılar, Çalışmalar, Belgeler > Şiir Koleksiyonu, Şiir Antolojisi > Mehmet Akif Ersoy’un Şiirlerinden Seçmeler, Safahat Şiirleri
İKİ ARKADAŞ FATİH YOLUNDA ŞİİRİ (SAFAHAT ŞİİRLERİ) (MEHMET AKİF ERSOYUN ŞİİRLERİNDEN SEÇMELER)
–Vapur yanaştı mı?
– Çoktan!
– Demek ki Köprü'deyiz.
– Aman, şu yolcular insin!
– Fakat bilir misiniz,
Yadırgıyor, hani, insan o eski tekneleri!
Yanaş denildi mi, nazlım, gider gider de geri,
Gelince hışm ile bir tos vururdu Köprü'ye ki:
Zavallının deşilen karnı sağlam altı çeki
Odun yutar da biraz sancıdan bulurdu aman
– Hekim getirmeye koşsan, hekim de yok o zaman!'
– Tımarcılar, bereket versin, usta şeylerdi:
Elinde balta, gelir, üç keser, beş eklerdi
Dayan o yanki basından Ömer! Tutundu Menus!
Bakardınız ameliyyata çarçabuk bitmiş!
Amasra sahili çok eski bir müessesedir;
Uşakların topu cerrah olur Hemen keştir!
Bugünden ormanı göster kılağlı baltasına:
Temizleyip çıkıversin, bırakmasın yarına!
– Biraz da dikmeyi öğrenseler
– Adam sen de!
Düşündüğün şeye bak Sen şu ilmi öğren de
–– O ilme hiç diyecek yok: Müfadı kafidir!
Ulum-i saire sun'i, o, pek tabi'idir.
– Ne var ki: Kalmadı tatbik için müsaid yer!
– Neden?
Neden mi, görürdün çıkıp gezeydin eğer.
Eteklerinde zığın saklı bildiğin orman,
Bugün barındıramaz hale geldi bir tavşan!
O, sırtı hiç de güneş bilmeyen yeşil dağlar,
Yığın yığın kayalardır: Serablar çağlar!
– Sabahleyin yine bir hayli nükte fırlattın!
Hayali bol bol akıttın, serabı çağlattın!
– Hayır, hayal ile yoktur benim alış verişim
|
İnan ki: Her ne demişsem görüp de söylemişim.
Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek:
Sözüm odun gibi olsun; hakikat olsun tek!
– Fena değil yolun amma epeyce sarp olacak!
Odun dedin de, tuhaftır, ne geldi aklıma, bak:
Zavallı memleketin yoktu başka mahsulü;
Odundu, nerde bulunsan, meta-ı mebzulü.
– Adam yetiştiremezmiş, demek ki, toprağımız!..
– Latife ber-taraf amma, adam değil yalınız,
Odun da isteriz artık yakında Avrupa'dan!
– Bizim filizleri göndermesin sakın o zaman!
– Ağırca davranıyorsun Biraz çabuk yürüsek
– Vakit kazanmak için isterim yavaş gitmek.
– O halde kuş gibi sekmek değil midir lazım?
Ayıp değil ya , bu sözden ne çıktı, anlamadım.
– Bu i'tirazı niçin salladın muhakemesiz?
Vakit geçirmeyi bizler kazanma addederiz!
– Demek ki şimdi işin yok
– Hayır birazdan var.
– Ne iştir, anlıyabilsek Mühim midir o kadar?
– Gidip de öğleyi Fatih'te kılmak istiyorum;
Gelir misin? Hadi!
– Artık üşenmeden ne zorum,
Sıcakta kan tere batmak? Namazsa maksad eğer:
Sağın, solun dolu mescid, beğen beğen dalıver.
__ Namaz değil yalınız maksadım Bugün bir adam
Çıkıp da va'zedecek öğle üstü halka
– Tamam!
Zamanıdır oturup, şimdi, herze dinlemenin;
O yave-guları hala, adam, deyin beğenin!
Sarıklı milletidir milletin başında bela
– Fakat, umumunu -birden batırmak iş değil a!
Bilir misin ne dehalar yetişti medreseden?
– Deha mı? At bakalım, hiç sıkılma, bol keseden!
– Sıkılmadan atayınımış Kuzum, niçin atayım?
İnanmıyorsan eğer dur ki ben de anlatayım
– Sayıp da nafile ma’lum olan beş on ismi,
Yorulma: Onları ezberlemek de bir iş mi?
Fakat, şu va'z edecek herze-gü aceb kim ola?
Ne olsa hiç ya Nihayet , sarıklı bir molla!
– Seninle biz de, birader, sabahleyin çattık!
İnada karşı ne yapsın da susmasın mantık?
Sarıklıdır diye hiç görmeden, bila-insaf ,
Kibar-ı ümmet i haksız değil mi istihfaf?
Gelip de bir bulunaydın geçenki va'zında:
Kalırdı parmağın. Allah bilir ki, ağzında!
Ne var inadına etsen de bir sefer galebe,
Benimle Fatih'e gelsen
– Al işte, geldim be!
– Hidayet erdi mi? Hah şöyle Aferin su kuşu!
– Aman, şu düz yolu tutsak da tepmesek yokuşu
– Uzak yakın deme artık; iniş, yokuş sorma!
Tıpış tıpış gidelim, haydi gir şu sağ koluma.
– Aman, şu ma'bed-i feyyazın ihtişamına bak:
Bakar bakar doyamam: Aşık olmuşum mutlak!
– Hakikaten doyamaz dideler melahatine
Fakat yabancılar üşmüş civar-ı ismetine!
Nedir harimine yerleşmek isteyen şu salaş
Hüviyyetinde yığınlar ki hep birer kalleş!
– Evet, zemini uzaktan görüp bayılmışlar;
Yavaş yavaş sokulup sonradan yayılmışlar!
– O halde şimdi ayılmak gerektir Evkaaf'a
–Ayıldı farz edelim Yığmadıkça bir tarata,
Şu gördüğün kara taşlar kadar kesif altın,
Nasıl temizliyebilsin, nasıl yıkıp çıksın?
– Hayır, kapatmalıdır cami'in! deyip kemeri;
Birer birer yıkılır az zamanda kendileri.
– Nasıl kapatmalı?
– Gayet kolay: Şu meydanlık,
Ki yol geçen hanı olmuştu, avludur artık;
Bu avludan geçecekler namaz için geçecek.
Deyip kapatmalı!
– Yahu, akıllısın gerçek!
– Geçende yıkmaya kalkıştılardı mahfili ya !
– Demek ki zırdeli bunlar!
– Sorar mısın? Deli ya !
Delirmedikçe bir insan nasıl varır eli de,
Kıyar şu mahfile, yahud şu muhteşem geçide?
Bizim de var medeniyyetle aşinalığımız
Hem eskidir diyebilmek için dayandığımız,
Yegane hüccet-i sengini yırtacaklar da,
Sıkılmadan gezecekler geniş sokaklarda!
– Sıkılmadan diye bir nükte salladın Lakin ,
Yerinde oldu
– Değil, sende anlayış keskin!
– Ben anlamam ya , fakat pek değerli olsa gerek
Hakikaten şu geçit çok güzel midir?
– Ne demek!
Sabiteler yazıyor, belki, fenn-i mi'mari,
O, meyl-i naz ile mahmur dideler-vari,
Biraz meyilli bakan, ma'berin güzelliğine
– Kemer de öyle muvafık mıdır aceb fenne?
– Ne söyledin?
– Şu atılmış verev kemer iyi mi?
– Fünün-i hendesenin var ya bir de tersimi
Denen usulü Onun mahirane tatbiki.
– Demek ki; Hayli mühimdir bunun da tedkiki.
– Senin gözün iyidir Kaç muvakkitin sa'ati?
Düzelteyim şunu Dur, dur. Kurulmamış zati.
– Birinde on buçuk olmuş, birinde üç
– Ne güzel!
Zaman içinde zaman Yoktu böyle şey evvel.
– Büyük kusur idi lakin
– Hakikat öyle idi:
Kamer hesabı, güneş devri, sonra, miladi,
Deyip de üç yılı ezber bilen zeki millet,
Durur mu hiç yalınız bir sa'atle? Durmaz evet!
– Nasıl şu, banka güzel bir bina mı?
– Pek o kadar
Fena değilse de, nisbetle, bir biçimli duvar
Mesabesinde kalır cami'in yanında
– Garib!
Benim gözümle bakarsan: Ne muhteşem! Ne mehib!
–O başka Sorsalar üslub için şudur denemez.
Asalet olmalı san'atta evvela Bu: Melez!
Hayır, melez de değil Belki birçok üslubun
Halita hali ki, tahlile kalkışılsa: Uzun!
Necib eser arıyorsan: Sebile bak, işte
Taşıp taşıp dökülürken o şi'r-i berceste,
Safa-yı fıtratı şahid ki: Tertemiz aslı;
Damarlannda yüzen kan da, can da Osmanlı!
Görüp bu cuşiş-i san'atta ruh-i ecdadı,
Biraz sıkılmalı şehrin sıkılmaz evladı!
Sıkılmak, eski adamlarda nadiren görülen
Bir ibtilaya denirmiş ki, şimdi geçti!
– Neden?
– Değişti halet-i ruhiyye, çünkü asra göre
– Aman şu halet-i ruhiyye bir de mefkure
Ayıp değil ya , gıcıklar benim sinirlerimi!
– Niçin sinirleniyorsun? Ta 'assubun yeri mi?
Biraz değişmeli artık bu eski zihniyyet.
Lisana hiç yenilik sokmayın! demek: Cinnet.
– Hayır ta 'assub eden yok Şu var ki: icabı
Tahakkuk etmeli bir kerre; bir de, erbabı
Eliyle olmalı matlub olan teceddüdler..,
Düşün ki böyle midir bizde?
– Şüphesiz.
– Ne gezer!
Delili: Kendi sözündür
– Kimin, benim mi?
– Evet!
– Ne söylemiştim? Unuttum
– Canım şu zihniyyet!
– Beğenmedin mi? Fransızca yok mu mentali’te?
Onun mukaabili
– Zaten budur ya dert işte!
Tasarrufatını aynen alırsak İngilizin,
Fransızın, ne olur hali, sonra, şivemizin?
Lisanın olmalıdır bir vakaar-ı millisi,
O olmadıkça müyesser değil tealisi.
– Biraz muhafazakaranedir ya şimdi bu da
– Evet, muhafazakarım Bilir misin, bu moda
Te'ammüm etmeye baslarsa
– Başlasın! Ne olur?
– İler, tutar yeri kalmaz, lisanımız bozulur.
Bugün ne maskara olmuşsa milletin kılığı;
Lisan da öyle olur!
–Anlamam inatçılığı
– Bilir inisin bu garib ümmet in nedir hali?
Yehafü sıygasının çıngıraklı i'lali!
– Nasıl, nasıl?
– Hele sabret: Yehafü aslından
Deyip de ezbere birçok ibareler okutan
Hocam, hitama yakın devresinde Halin;
Meyan-ı kaafiye-darında çifte fi'l-halin
Okur dururdu, bu bir an'aneydi besbelli:
Kaçan ki sakin olur vav, onun da ma-kabli
Hurüf-i salimede harf-i gayr-i sakin olur;
O vavı müttefikan meddeder imiş cumhur
O halde, biz dahi ettik: Yehafü oldu Evet!
Ne yapsa Avrupa, bizlerce asi olan hareket:
O halde biz dahi yaptık! deyip hemen taklid.
Bu türlü bir yenilikten ne hayredersin ümid?
– Fakat Yehafünün i'lali amma güçmüş ha!
– Bu, ihtisarı onun, çok sürerdi, yoksa, daha!
Fena mı? Bak, lafa daldık da duymadık yokuşu.
– Hakikat öyle! Epey yol kazanmışız Şu ne, şu?
– Yıkık sebile bakıp ağlayan yanık mektep
Geçenki yangının enkaazı işte bunlar hep!
– Demek ki: Cami'i kurbündeyiz Süleyman'ın.
– Demek de var mı ya ? Karşında!
– Lakin insanın,
Nasıl kararmada maziye tırmanan nazarı!
Bugün, bizim tepemizden bakan şu asarı,
Sıyanet eylemeden aciziz, değil yapmak
– Hakikat öyle! Şu ma'bed nedir? Şu haşmete baki
– Bırak ki cami'i, dünyada olmaz öyle eser;
Fakat nedir şu heyakil, nedir şu medreseler!
Uzaktan andırıyorlar nitak-ı simini,
Ki sarmak istiyerek vahdetin nedimesini; •
Atılmış üç taraf mdan kemend olup beline;
Fakat değil beli, damanı geçmemiş eline!
Beşer değil mi? Teali de etse irfanı,
Nasıl kucaklıyabilsin harim-i Yezdan'ı?
Evet, medaris o vahdet-seray-ı muhteşemin
Önünde:Hürmetidir dine her zaman ilmin.
Bütün şu kubbelerin mevce mevce silsilesi:
Huzur-i Hak'ta kapanmış Sücud kaafilesi!
– Bugün de öyle mi lakin ?
– Değilse kimde kusur?
Bu na-halefliği biz yapmışız; selef ma’zur.
Oyup sıçan gibi her dört adımda bir kemeri,
Deden mi açmış o miskin kılıklı kahveleri?
Hayır, deden sana, bak, hastahaneler yapmış!
Yanında Mekteb-i Tıbbiyye'ler, neler yapmış!
Şu gördüğün kocaman kütle yok mu? Darü't-Tıb.
– Demek: Bu medrese, Tıbbiyye Mektebi'ydi
– Ayıp!
– Ayıp nedir?
– Bunu olsun görüp de bilmemeniz
– Bakılsa öyle Fakat bilmeyin! diyen yine siz!
– Tababetin o kadar muhteremdi mevki'i ki:
Birer tabib-i fünün-aşina çıkar, eski
Müderrisinimizin en güzide efradı.
Yazık, o nesl-i kerimin vefasız evladı,
Bırakmış öylece, hiç bakmamış müesseseye;
Neler görür neler insan girince medreseye!
Dolaşmak istiyerek daldığım olur ba'zı:
Adım basında asırlarca sa'yin enkaazı,
Takılmamak, hani, kaabil değil ayaklarına!
Nazar nüfuz edecek olsa hangi bir yığma:
Ya bir müdekkıkin esrar-ı tarumarı defin;
Ya bir müşerrihin asarı saklı Hem ne hazin!
Çamurda saplı, geniş rahleler bütün mermer
Demek: Muallimi teşrihi vermemiş ezber;
Kitab-ı na'şı serip taşların uzunluğuna,
Açıp açıp okumuş karşısında bulduğuna.
Bugün, o rahlelerin kendi na'ş olup yatıyor;
Üzerlerinde bekarlar fasulye kaynatıyor!
– Vefa'ya çıksa gerektir bu eğri büğrü sokak
– Evet, Vefa'ya iner.
–Galiba epeyce uzak
Değil mi?
– Hiç de değil Sen yoruldun anlaşılan!
– Unutmuşum, hani, yoktur da geldiğim çoktan.
– Sapınca, doğru Vefa meydamndayız şimdi.
– Biraz tanır gibi oldum Ya az mı geçtimdi!
– Al işte istediğin: Türbe, taş konak, karakol
Fakat bunun nesi meydan? Bu adeta bir yol
Tuhaf değil mi ya ?
Vaktiyle belki meydandı
Kapanmış olsa da gittikçe, kalmış eski adı.
Epeyce kahve de var
– Nerde yok ki? Her yerde!
Onunla mille t-i merhume uğramış derde!
Bekaası var mı cihanın, düşünme akıbet i!
Uzan şu peykeye: Buldun demektir ahireti!
Birinci defa imiş binmiş ihtiyar kayığa;
Piyade yağ gibi kaydıkça doğrulup açığa;
İşıldamış gözü, bir kav çakıp demiş: Ya Hay!
Ömür ömür bu ömür işte: Hem otur, hem kay!
Şu peykeler de o tiryakinin ömür dediği
Piyadenin eşidir: Yan gelir misin Ne iyi!
Hayat akıp gidecekmiş Ne var kederlenecek?
Zaman zaman bu zaman Durma bir nefes daha çek!
Safana bak ki ya çıktın, ya çıkmadın yarma!
– Dönüp dönüp bakıyorsun Ne geldi batırma?
– Şu karşılıklı binalar düşündürür mü seni?
– Niçin düşündürecek, önce söyle hikmetim
– Şu sağ taraftaki?
– Mektep.
– Evet, bu cebhedeki?
– Bir eski medrese olmak gerek Değil mi?
– Peki.
– Peki nedir? Biraz izah edilse, çok eksik!
– Zavallı milleti vahdet-cüda eden ikilik
Sırıtmıyor mu? O pis dişleriyle karşında?
Nasıl tükürmesin insan şu hale haksin da?
Yıkılmamış, ne kadar yıkmak istesek, iman;
Ayırmak istemişiz sonra dini dünyadan.
Ayırmışız, ederek şer'i muttasıl ihmal;
Asıl ikincisi olmuş, şu var ki, berzede-hal!
Evet, bu sıska Vücudun yarın durur nefesi;
Fakat şu gördüğün Ekmekçioğlu Medresesi
Yaşar, demir gibi göğsüyle, belki on bin yaş
Ya her kaburgası: Kurşunla bağlı yalçın taş!
Olaydı koskoca millette bir beyinli kafa;
Vücudu bir yana atmak, dimağı bir tarafa,
Akıllı karı değil der de böyle yapmazdı.
Ne oldu, sor bakalım? Milletin öz evladı,
Yabancıdan daha düşman kesildi birbirine!
– Sonunda kardeş olurlar tabiatıyle yine.
– Zaman bilir onu artık.
– Kemer gözüktü hele
– Gözükmesin mi ya ? Bir hayli kısmı geçti bile.
– Zavallı saklanıyor: Hali görmek istemiyor!
– Kurün-i maziyemizden bakan şu “gözlere” sor:
O neydi, dağ gibi erler ki arza hakimdi
Nedir karmcalanan nesl-i müzmahil şimdi?
– Hakikat, öyle küçülmüş ki: Yok! de, geç artık
– Asıl bu, yok gibi varlık değil mi maskaralık?
– Gebermeliydi mi dersin? Gebermişiz, ne çıkar?
Kolay değil o da İnsanca ölmenin yolu var.
Cemaatin arasından Kalırsa: El beğenir;
Ölürse: Yer beğenir dört adam çıkarsa, getir!
Bırak da ölmeyi, anlat şu gördüğün kemeri;
Büyüklüğünde midir, nerdedir bunun hüneri?
– Gelince baktılar Osmanlılar ki memlekete,
Su yok. Su, halbuki gayet mühimdi
– Elbette.
– Düşündüler bunu nerden, nasıl getirmesini;
Sonunda öyle bir iş yaptılar ki: Pek fenni.
Tutulmuyor ya esasen bugün de başka tarik,
Suyun isalesi, tevzi'i, mutlakaa tazyik
İ'anesiyle olur
– Şüphesiz.
– Fakat, makine
Henüz bilinmediğinden, o kuvvetin yerine,
Menabi'in değişen rakımından istihsal
Olunma bir sıkı tazyik edilmiş isti'mal.
Bulunca en iyi tazyikin en kolay yolunu;
Kaçırmamak için artık onun tefazulunu,
Hemen şu abideler başlanılmış i'laya
Fakat meharet-i san'at bununla bitti mi ya ?
Hayır! Görülmelidir ayrı ayrı maksemler:
Bakınca hayret edersin Ne ince iş, ne hüner!
Hakikaten şaşacak şey Ne vakıfane hesab!
Su öyle bir dağıtılmış ki -Olmasaydı harab-
Alırdı hakkını her çeşme; damlanın kesri
Kadar tehallüfü hatta sezerdi ölçüleri.
– Şu karşımızda duran kubbe galiba türbe
– Ayol! Namaz geçiyor Amma dalmışız lafa be!
Bırak da türbeyi sen şimdicek biraz çabuk ol!
– Canım neden koşalım? Var ya vaktimiz bol bol.
Yetişmemiş bile olsak, kazası mümkündür!
– Hayır, yetişmeli, madem edası mümkündür!
– Demek: Sıvanmalı abdeste Bari bir çeşme
Olay dı
– Çeşme mi? Al işte!
– Dur, fakat gitme!
– Senin uzun sürecek, anladım ki, abdestin;
Fotin çıkarması, bilmem ne Çünkü yok mestin
Bırak da ben gideyim, sonradan gelirsin sen
Gecikme ha!
– Gelirim Görmek isterim zaten.
|
|