|
Eğitim Öğretim İle İlgili Yazılar, Çalışmalar, Belgeler > Şiir Koleksiyonu, Şiir Antolojisi > Mehmet Akif Ersoy’un Şiirlerinden Seçmeler, Safahat Şiirleri
SEYFİ BABA ŞİİRİ (SAFAHAT ŞİİRLERİ) (MEHMET AKİF ERSOYUN ŞİİRLERİNDEN SEÇMELER)
Geçen akşam eve geldim. Dediler:
-Seyfi Baba
Hastalanmış, yatıyormuş.
- Nesi varmış acaba?
– Bilmeyiz, oğlu haber verdi geçerken bu sabah.
– Keşke ben evde olaydım Esef ettim, vah vah!
Bir fener yok mu, verin Nerde sopam? Kız çabuk ol
Gecikirsem kalırım beklemeyin Zira yol
Hem uzun, hem de bataktır
– Daha a'la, kalınız:
Teyzeniz geldi, bu akşam, değiliz biz yalınız.
Sopa sağ elde, kırık camlı fener sol elde;
Boşanan yağmur iliklerde, çamur ta belde.
Hani, çoktan gömülen kaldırımın, hortlıyarak,
"Gel!" diyen taşları kurtarmasa, insan batacak
Saksağanlar gibi sektikçe birinden birine,.
Boğuyordum müteveffayı bütün aferine.
Sormayın derdimi, bitmez mi o taşlar, giderek,
Düştü artık bize göllerde pekala yüzmek!
Yakamozlar saçarak her tarafından fenerim,
|
Çifte sandal, yüzüyorduk, o yüzer, ben yüzerim!
Çok mu yüzdük, bilemem, toprağı bulduk neyse;
Fenerim başladı etrafım tektük hisse.
Vakıa ben de yoruldum, o fakat pek yorgun
Bakıyordum daha mahmurluğu üstünde onun:
Kah olur, kör gibi çarpar sıvasız bir duvara;
Kah olur, mürde şua'atı düşer bir mezara;
Kah bir sakfı çökük hanenin altında koşar;
Kah bir ma'bed-i fersudenin üstünden aşar;
Vakt olur pek sapa yerlerde, bakarsın, dolaşır;
Sonra en korkulu eşhasa çekinmez, sataşır;
Gecenin sütre-i yoldaşım çekmiş, üryan,
Sokulup bir saçağın altına guya uyuyan
Hanüman yoksulu binlerce sefilan-ı beşer;
Sesi dinmiş yuvalar, hake serilmiş evler;
Kocasından boşanan bir sürü biçare karı;
O kopan rabıtanın, darmadağın yavruları;
Zulmetin, yer yer, içinden kabaran mezbeleler:
Evi sırtında, sokaklarda gezen aileler!
Gece rehzen, Sabah olmaz mı bakarsın, sail!
Serseri, derbeder, avare , haramı, katil
Böyle kaç manzara gördüyse bizim kör kandil
Bana göstermeli bir kerre Niçin? Belli değil!
Ya o biçare de rahmet suyu nuş eyliyerek,
Hatm-i enfas edivermez mi hemen "cız!" diyerek?
O zaman sami'anın, lamisenin şevkiyle
Yürüyen körlere döndüm, o ne dehşetli hele!
Sopam artık bana hem göz, hem ayak, hem eldi
Ne yalan söyliyeyim kalbime haşyet geldi.
Hele ya Rabbi şükür, karşıdan üç tane fener
Geçiyor Sapmıyarak doğru yürürlerse eğer,
Giderim arkalarından Yolu buldum zaten.
Yolu buldum, diyorum, gelmiş iken hala ben!
İşte karşımda bizim yar-ı kadimin yurdu.
Bakalım var mı ışık? Yoksa muhakkak uyudu.
Kapının orta yerinden ucu değnekli bir ip
Sarkıtılmış olacak, bir onu bulsam da çekip
Açıversem iyi amma kapı zaten aralık
Galiba bir çıkan olmuş Neme lazım, artık,
Girerim ben diyerek kendimi attım içeri,
Ayağımdan çıkarıp lastiği geçtim ileri.
Sağa döndüm, azıcık gitmeden üç beş basamak
Merdiven geldi ki zorcaydı biraz tırmanmak!
Sola döndüm, odanın eski şayak perdesin!,
Aralarken kulağım duydu fakirin sesini:
– Nerde kaldın? Beni hiç yoklamadın evladım!
Haklısın, bende kabahat ki haber yollamadım.
Bilirim çoktur işin, sonra bizim yol pek uzun
Hele dinlen azıcık, anlaşılan yorgunsun.
Bereket versin ateş koydu demin komşu kadın
Üşüyorsan eşiver mangalı, eş eş de ısın.
Odanın loşluğu kasvet veriyor pek, baktım,
Şu fener yansa, deyip bir kutu kibrit çaktım.
Hele son kibriti tuttum da yakından yüzüne,
Sürme çekmiş gibi nur indi mumun kör gözüne!
O zaman nim açılıp perde-i zulmet, nagah,
Gördü bir sahne-i üryan-ı sefalet ki nigah,
Şair olsam yine tasviri olur bence muhal:
O perişanlığı derpiş edemez çünkü hayal!
Çekerek dizlerinin üstüne bir eski aba,
Sürünüp mangala yaklaştı bizim Seyfi Baba.
– Ihlamur verdi demin komşu Bulaydık şunu, bir
– Sen otur, ben ararım
– Olsa içerdik, iyidir
Aha buldum, aramak istemez oğlum, gitme
Ben de bir karnı geniş cezve geçirdim elime,
Başladım kaynatarak vermeye fincan fincan,
Azıcık geldi bizim ihtiyarın benzine kan.
– Şimdi anlat bakalım, neydi senin hastalığın?
Nezle oldun sanırım, çünkü bu kış pek salgın.
– Mehmed Ağa'nın evi akmış. Onu aktarmak için
Dama çıktım, soğuk aldım, oluyor on beş gün.
Ne işin var kiremitlerde a sersem desene!
İhtiyarlık mı nedir, şaşkınım oğlum bu sene.
Hadi aktarmıyayım Kim getirir ekmeğim!?
Oturup kör gibi, namerde el açmak iyi mi?
Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası:
Dostunun yüz karası; düşmanının maskarası!
Yoksa yetmiş beşi geçmiş bir adam iş yapamaz;
Ona ancak yapacak: Beş vakit abdestle namaz.
Hastalandım, bakacak kimseciğim yok; Osman
Gece gündüz koşuyor iş diye, bilmem ne zaman
Eli ekmek tutacak? İşte saat belki de üç
Görüyorsun daha gelmez Yalınızlık pek güç.
Ba'zı bir hafta geçer, uğrayan olmaz yanıma;
Kimsesizlik bu sefer tak dedi artık canıma!
– Seni bir terleteyim sımsıkı örtüp bu gece!
Açılırsın, sanırım, terlemiş olsan iyice.
İhtiyar terliyedursun gömülüp yorganına
Atarak ben de geniş bir kebe mangal yanına,
Başladım uyku teharrisine, lakin ne gezer!
Sızmışım bir aralık neyse yorulmuş da meğer.
Ortalık açmış, uyandım. Dedim, artık gideyim,
Önce amma şu fakir ademi memnun edeyim.
Bir de baktım ki: Tek onluk bile yokmuş kesede;
Mühürüm boynunu bükmüş duruyormuş sade!
O zaman koptu içimden şu tebassür ebedi:
Ya hamiyyetsiz olaydım, ya param olsa idi!
|
|