|
Eğitim Öğretim İle İlgili Belgeler > Tiyatro Oyunları, Skeçler, Piyesler, Oratoryolar, Rondlar, Monologlar, Dramalar, Canlandırmalar
ÇANAKKALE’DE BİR MEHMET (TİYATRO OYUNLARI, METİNLERİ, SKEÇLER, PİYESLER, ORATORYOLAR, RONDLAR, MONOLOGLAR, DRAMALAR, CANLANDIRMALAR, KISA TİYATRO OYUNLARI) (ÇANAKKALE ZAFERİ, SAVAŞI İLE İLGİLİ)
Mehmet: (Akşamüzeri)
(Top sesi vınlaması, Mehmet siner, makineli tüfek taraması, top sesi. Bu sesler dindiğinde Mehmet siperden sopanın ucuna miğfer geçirir siperden çıkarır. Miğfere ve çevreye çarpan kurşun sesleri. Delik deşik miğfere bakar.Bir iki silah, birkaç tane miğfer vardır.)
Bir ordu buraya ateş ediyor. Bu gidiş onları bir iki saat daha oyalar. Anlasınlar ölmediğimi. (Matarayı alır, sallar, kulağına yaklaştırır, yeniden sallar. Dibinde birkaç yudum su vardır. Ağzına diker. Bir yudum alır, ağzında sağa sola gezdirir, yutayım mı yutmayayım mı derken suyun yok olduğunu anlar.)
Bir damla su içtim, yutamadan ağzımın içinde kayboldu. Şu anda Kuşpınarı’nın bilek gibi akan suyu olsa bu damakta kaybolur gider. Gözünü sevdiğimin Kuşpınarı dupduru suyu, bu bahar soğuğunda buharlaşa buharlaşa ne güzel akar.
Kıvılcım canım kardeşim. Koyunları Kuşpınarı’na götür. Uzak değil be kardeşim. Eline de dombuyu al, anneme, kardeşim Suna’ya bu sudan getir, içsinler kana kana . Buralarda tatlı su yok.İki ay yol yürüdük buraya gelirken. Nice dağlardan, yaylalardan,ovalardan geçtik hiçbir yerde öyle lezzetli bir su görmedim. Hem koyunlar gezelemiş olurlar. Ayağımdaki çoraplar Pınar Gözlüm’ün yününden. Annem çok uzun ve temiz diye başka yün karıştırmamıştı. Uzun olur, temiz olur tabi elimle beslerdim. Avucumu tutmasam su içmezdi. Altı aydır ayağımdan çıkarmıyorum. Soğuk geçirmiyor, kir de tutmuyor. Şaka değil (Koklar) kokmuyor işte. Bilirsin burnum ne iyi koku alır. Anımsıyor musun bir keresinde, sen yoktun yanımızda da kaç kez anlattık, biliyorsun, kurtların kokusunu köpeklerden önce algılamıştım. Bana gülen arkadaşlarım köpekler kurtlara koşunca bile kurt olduğuna inanmadılar, ta ki kurtları görene kadar. Hüseyin demişti, üç köpeğin burnundan daha iyi Mehmet’in burnu, diye. Bak bak,hiç kokmuyor. Bırak Pınar Gözlüm’ün kokusunu, annemin ellerinin kokusu bile duruyor. (Allı turnam bizim ele varırsan şeker söyle bal söyle kaymak söyle….türküsünü söyler. Kuşpınarı’ndan bir avuç su söyle diye ekleme yapar..)
DURU: Askerleri sadece düşman öldürmez. Rüzgarla yağan sağanak yağışta savaşılmaz Askerler derin bir soluk alır. Göz gözü görmüyordur. Yorgun düşen askerler yağmuru fırsat bilerek dinlenmeye başlar. İki tarafın askeri de yağmurun gece gündüz durmadan yağmasını ister.
Kuşlar yuvalarına, tavşanlar inlerine çoktan girmişlerdir. Her iki tarafın askeri de karınca gibi toprağın altına girmiştir.
Yağmur diner hava açar. Barut kokusunun yerini toprak kokusu alır.
Şiddetli yağan yağmurun arkasından gelen sel her zaman ki yolunu arar. Düşmanın sinerek gelmesini engellemek için doldurulan dere yatakları sel sularını siperlere davet etmiş oldu.
Türk askerlerinin bulunduğu siperleri beklenmedik bir biçimde sel basar. Yüzlerce asker, siperlere aniden dolan sel sularında boğularak şehit olur. Yüzme bilmek kar etmez eğilerek girilen sığınaklarda.
Sığınaklarda yüzlerce at, katır telef olur. Yiyeceklerin çoğu kuru bakliyattır. Bunlar da suyun içinde kalır, büyük bir kısmı çürür.
Türk siperlerine dolan seli seyredip gülen, dışarı fırlayan askerlere kurşun yağdıran düşman askerlerinin siperleri de iki saat sonra sel sularıyla dolup taşar. Bu kez feryatlar düşman siperlerinden gelir.
Çanakkale çevresinin ormanlık olması yemek pişirme, ısınma sorununu gidermiştir. Kaz Dağlarından kesilen, kayıklarla Gelibolu’ya taşınan meşe odunlarının közleri siperlerdeki mangalları dolduruyordu. Nöbette üşüyen Mehmetçiği ısıtıyordu.
ÖYKÜ: Trablusgarp, Balkan peşinden 1.Dünya Savaşı. Dünya savaşında dokuz cephede Türk ordusu savaşır. Seferberlikle silâhaltına alınan iki milyon askerden bir milyonu evine dönemez.
Dedemin dedesi Yemen’de, kardeşlerinin biri Kafkas Cephesi’nde biri de Çanakkale’de kalır.
MEHMET: Burası sıcak mı soğuk mu hiç anlayamadım. Bayırlar sarı, mor çiçek tarlası gibi. Hava gündüzleri sıcak, akşamüstü buz kesiyor. Şurada bir badem ağacı var. Çocukken dalların ucunda kalan kuru bademleri düşürmek için taş atardık. Burada kurşunla düşürüyorlar bademleri. Ben de canı az, korkunç bahçe sahibiyim. Elimde silah, yabancı çocuklar bahçemize girmesin diye bekçilik yapıyorum. Amma da kalabalık gelmişler. Kurşunla düşüremediklerini top atışıyla düşürmeye çalışıyorlar. Top mermileri dallarını kırıyor. İnsan gibi gelip isteseniz vermez miyim? Para bile almam. Bizden zorla bir badem alamazsın! Adam gibi gelip istesen ağacıyla vermez miyim!
DURU: Savaş alanı çürüyen insan ve hayvan eti kokar günlerce. Çürüyen etlerin kokusu biran önce gitsin diye İngilizler birkaç cesedi yakar. Türk askerleri yanık et kokusundan günlerce yemek yiyemezler.
MEHMET (Burnuna farklı bir koku gelmiştir. Koklar.)
Ne biçim koku bu? Et kızartıyorlar. Piknik yapacak başka yer mi bulamadınız? Dur bakayım kokusundan tanırım. İnek değil, kuzu hiç değil. Bunlar domuz yiyorlarmış, domuz olmasın. Aaa! Bunlar yamyam. İnsan yenir mi? Hem de alevlere atmışlar. Ateşte kızartın ateşte. Ruhunuz zehirlenmiş, bedeniniz de zehirlenecek. Köpek bile kendi cinsini yemez be! Midem bulandı. ALLAH cezanızı versin!
Sizler domuz yiyormuşsunuz. Bizim dağlar domuz dolu domuz! Kızartın, haşlayın istediğiniz gibi yiyin. Konuk gelseydiniz sizlere domuz ziyafeti çekerdim.
Aaa! İyice yaktılar. Yemiyorlar. Gömsenize be! Oduna yazık. Ortalığı kokuttunuz.
DURU: Ateş kesilince çürüyen etlere leş yiyiciler gelmeye başlar. Saksağan, karga… Akbabalar havada dönüp dönüp uzaklaşırlar, yakın tepelerden cesetleri seyrederler. Çevredeki tavukları askerler yiyince tilkiler geceleri cesetlerin başına giderler. Yeni açılan çukurlar kendi inlerine benzemese de sesleri duyunca girerler bu çukurlara. Her bir çukurun içi ceset doludur. Tilkiler çıkmazlar bu inlerden.
MEHMET: (Taş alıp atar.) İnsan ölüsü insan, leş değil. Saksağan, karga cesedi yer mi? Yiyor. Yoksa yanlış mı yapıyorum. Kokudan durulmuyor. İlk günler daha çok kokuyordu. Burnum alıştı. Siperdeki ölüleri gömecek asker yok. Şehitlerden vazgeçtim ya yaralılar…Onlardan bir sürü yaralı var. Şuradan bir sürü ses geliyor. Anlamıyorum ne dediklerini. İnliyorlar acı acı. Bir tek ağlamaları Türkçe. Aynı bizim gibi ağlıyorlar.
DURU: Anzaklar atış menzilinde olan Kızılhaç gemisine Türklerin ateş etmediklerini hayretle görürler. Anzaklar’da Türklere karşı hayranlık uyanır. Yeni Zelandalı küçük yapılı bir çavuş atla asker mektubu taşımaktadır cepheye. Eline aldığı bir mektubu sallayarak Türk askerlerine gösterir. İlk zamanlar eğilerek, titreyerek yürüyen çavuş zamanla elinde atın yuları şarkı söyleyerek atış menzilinde dolaşmaya başlar. Sağına soluna düşen kurşunlara aldırmaz. Korkusuz kahraman olarak niteledikleri çavuşun sırrını Türk askerinin ulaklara duydukları saygıda bulurlar. Her bir mektubun içinde çocuk, anne, baba, sevgili olduğunu yedi sekiz yıl askerlik yapan Mehmetçikten başka kim bilebilir? İstedikleri an indirebileceklerini göstermek için uyarı ateşi açarlar.
ÖYKÜ: Arif Dedem Yemen’e gidince tarlaların bir kısmını, gebe haliyle Satı Ninem sürmeye başlamış. Anasız, babasız durulur; aç durulmaz, dermiş.
MEHMET: (Uzağa seslenir) Ali Çavuşum! Tuncay Onbaşım! Yine yanıt yok. Hepsi ölmüş olamaz! Bu kurşun sağanağında düşmana inat yaşamak ne güzel şey! Yedi yıl önce babamı Yemen’de öldüren, bir yıl önce Balkanlar’da ağabeyimi öldüren düşman beni öldüremediniz. Ölmeyeceğim de! Annem, kardeşlerim ne kadar ağlamışlardı beni uğurlarlarken. Ama annem gülerek ağlıyordu. Yaşın küçük büyüyünce, demişti, Burada kalıp da düşmana uşaklık mı edeceğim? Ağabeyimin kemikleri sızlamaz mı, deyince bir daha ağzını açmadı. Ne git ne de gitme diyebildi.
Yıldızım beni uğurlarken, giden geri gelmiyor, deyip ağlayarak gitmişti.(Muş Türküsünden bir bölüm.) Elini bile tutamadan küs ayrıldık. Annemden gelen her iki mektupta da Yıldız’dan haber yok. Gitmenin kolay, dönmenin zor olduğunu kim bilmez. Benim için bir ağlar iki ağlar. Hele çocuğumuz olursa, ben dönemesem yaşam boyu ağlasın istemedim. Ağabeyim yirmi bir yaşında bile yoktu. Yengem ağlayan çocuklarına her sarıldığında gözünden yaşları bazen dışa bazen içe akıtıyordu. Benimle birlikte Yıldız’ı mı da söndürmek istemedim. Benim yıldızım sönmeyecekse yıldızımız birlikte parlayacak. Kara haberim almadan kimseye yan bakmamasını söyledim. Gelecek haberden sonra parlaya parlaya istediği gibi kaymasını da ben istedim. Bu ülkenin nice Yıldızlara, Mehmetlere gereksinimi var. Yarbayım Mustafa Paşa ordunun önüne çıkardı: Ölmeyi emretmiştim askerlerime. Gözünü kırpmadan öldüler. Görüyorsunuz on yedi yaşındaki çocuk yetişti, kanları kurumadan. Böyle söyleyip alnımdan öpmüştü ordunun önünde.
Bu siperi de terk etmeyeceğim! Ne dedi Mustafa Komutanım, Her siper bizim evimiz. Kardeşlerimizi, annemizi düşmana teslim ederek elde silah kaçmak olur mu? Bak Kargılı’ya, ölürken gözlerimi kapamayın, diye vasiyet etti. Gülüyor gibi, bir şeyler söyleyecek gibi yatıyor. Elime eski bir silah verin de öleyim. Düşman ölümümden korksun. Yaşıyor sansın. Öldürmek için kurşun harcasın. Aklı sıra düşmanın kurşununu azaltacak.
DURU: İlk zamanlar bitler yüzünden uyuyamayan asker zaman geçtikçe yakasındaki bitleri fıskiye ile fırlatmaya başlar. Asker elbise ile yatar, elbise ile kalkar.
Ünlü komutan Napolyon: Ordu midesinin üstünde yürür. der. Bir ere günlük 600 gr un, 250 gr et,86 gr pirinç, 20 gr soğan hesaplanmıştır. 250 gr et zaman zaman 62 gr, 31 grama kadar düşmüştür.
Genelkurmay kayıtlarında ölü sayısı 218 bindir. Türk tarafının günlük insan kaybı ortalama 900 askerdir.
Yaralılar hastanelere sığmaz, ek çadırlara, yakın merkezlere taşınır. O zamanın koşullarında at sırtında,, kağnılar üstünde. Günlerce süren bu yolculuklar yaralıların bir kısmının yolda kaybedilmesiyle sonuçlanmıştır.
|
Çanakkale Savaşlarını benzerlerinden ayıran en önemli özellik, inatla, kuralların dışında vatan duygusuyla sürdürülmesidir. Tüm askeri ölen bir sipere yeni askerlerin gitmesi gibi.
Savaşların asıl amacı İstanbul’u Ruslardan önce İngiliz ve Fransızların ele geçirme isteğidir. Ruslara yardım sadece görünüşteki nedendir.
İngiliz Deniz Bakanı Çorçil (Çhurchill) bu cephenin açılmasının baş aktörüdür.
Türklerin askeri gücünü, kapasitesini ciddiye almamışlardır. Türk gücünü matematiksel ölçülere göre hesaplamışlardır. Türklerdeki vatan sevgisi ölçülememiştir.
MEHMET: İlçelerimiz çok yakınmış. Atla iki günde varılırmış. Gerzeli, bir yıl sen geleceksin, bir yıl ben geleceğim, derdi. Dönersem köyüne uğrayacağım. Nasıl savaştığını anlatacağım, çocuklarına. Ah yazmayı bilseydim de, şurada günlerdir yatıyorum. Neler yazardım neler?... Okumasını, yazmasını bir tek Ali Çavuşum biliyordu o da öldü.
Bir gündür mermisiz bekliyorum. Niye bizimkiler mermi getirmiyorlar. Yoksa bitti mi mermi? Anladım mermi bitti, ekmek bitti. Su da mı yok be. Kuşpınar’ndan istemiyorum, Tozlu, bulanık olsun. Az da olsa yeter. Herkes ölseydi düşman gelirdi. Niye buraya gelmiyorlar. Düşmanın mermisi bitmiş olamaz. Bu siperlerdeki iki kişi bir taburu durdurur, demişti Ali Çavuş. İki mermim var. Buraya ilk gelene armağan (bilgi yelpazesi.net) olsun diye saklıyorum. Mermimin azaldığını düşman biliyor ama ne kadar olduğunu kestiremiyor. Yoksa şimdiye kadar tepeme binerdi. Bu gece de mermi gelmezse mermi almaya kendim gideceğim sabaha karşı.
DURU: Top seslerinin altında asker pekmezle helva karar.Davul zurna çalar, halay çekilir,zeybek oynanır, horon tepilir. Pehlivanlar güreş tutar.
MEHMET: (Mızıka sesi duyulur. Oynamaya başlar) 19 Tümen komutanı Yarbay Mustafa Kemal askerlerine öğlen yemeği yediriyor. Bu müzik Türk askerinin ne kadar mutlu olduğunun göstergesiymiş. Düşmanın da sinirini bozuyormuş. İngilizler bu mızıkayı duyunca Cesaret Tepesi’ni topa tutarlar. (Top sesleri) Bugün duymadılar mı diyecektim.
(Davul zurna güreş havası çalar. Cazgır güreşçileri sunar.)
Eller gibi kenetlensin yürekler
İnsanlık adına olsun dilekler
ALLAH hiç kimseyi etmesin esir
Bu aslanın vatanı Balıkesir
Çanakkale Boğazı düşman dolu
Uzak yerden gelmiş tüfekli toplu
Bu gelen yiğit öz ve öz Sinoplu
Er insanı yurdundan
Ayırma yüce ALLAH
Yardan ayrı yiğidin
Kor gibi yanar bağrı
Ekin büyür yağışla
ALLAHm bizi bağışla
Kalmaz ne dert ne ağrı
Aslan soyu alkışla
MEHMET: Hey Anzaklar! Sizin köyünüz yok mu? Anneniz, kardeşiniz yok mu? Sizin memlekete kaç günde varır bu uçak? Uçağınız var, kamyonunuz var, tankınız var, niye geldiniz buraya? Yoksa araçlar çok mu benzin yiyor. Bizim köyde benzin yok, İstanbul’da da yok.
Bu İngilizler, Fransızlar tarlaları motorla sürüyorlarmış. Üzerine otur hiç yorulma. Öyle olduktan sonra ben gece gündüz çift sürerim be! Ambarlar buğday, arpa dolar taşar. Otlar, otlar… samanlıklara doldururum. Bir sürü inek, koyun beslerim. Ulan Anzaklar, sizi de çağırırım yemeğe! O kadar yemeği kim yiyecek ki?
Uçağa atlarız Anzakistan’a da gideriz. İngiltere’ye gitmeyeceğiz!
Savaşı kaybedersek bu düşmanlar bize uçak yaptırmazlar. Biz de onların ülkesini bombalarız diye korkarlar. Motor yaptırmaya karışmazlar. Savaşı kaybetmeyeceğiz! Sağ salim dönersem, kardeşim Kıvılcım’ı okutup uçak mühendisi yapacağım. Önce motor yaptırayım çok çok motorumuz olsun, zenginleyelim, herkes zengin olsun, sonra uçak yapalım, Kıvılcım bizi gezdirsin. İngilizlerin uçağından daha büyüğünü yapalım ki bizim koca uçakları görünce korksunlar bırak bize, kimseye saldıramasınlar. Belki ben de öğrenirim uçak kullanmayı, Yıldız’ı da yanıma oturtup önce savaştığımız yerleri gezeriz.
DURU: İki milyon 600 asker cepheye sürülür. Bir milyon seksen bin şehit verilir. İçerde güvenlik zayıfladığı için bazı asker kaçakları köyleri basmaya başlar.
ÖYKÜ: Öksüzün, yetimin koyununu, ineğini, dağ başlarında, mağaraların önünde kızartıp, közleyip naralar atarak yediler. Kızarmış etleri yiyen, sütü bozuk asker kaçakları kocaları şehit olan gelinleri gece dağa kaldırmaya başladılar.
Bulut Dede’m, Satı Nine’m bunlara bir sunak bile vermemişler.
Bir gece yarısı evlerinin altındaki ahırın kapısı gıcırdayarak açılır. Evdekilerin kalbi küt küt atmaya başlar. Dört ay önce buzağılayan Kara Kız’larının sesi duyulunca içi cız eder Satı Nine’min. Bulut Dede’m, ocak başında duran nacağı kapar, sessizce kapıdan çıkacağı sıra bir kolundan Satı Nine’m yapışır. Giden bir ineğimiz olsun, mala gelen cana gelmesin, der. Yere serilen bir yatakta uyuyan bebelerini gösterir Bulut Dede’me.
Kara Kız acı acı böğürtüleri köy dışına kadar sürer.
Oğlunun ölüm haberini duyunca bile gözyaşı dökmeyen Bulut Dede’m hüngür hüngür ağlayarak olduğu yere çöker. Bu olaydan iki gün sonra ölür. Eşi Ünzüle Nine’min gözlerine ağlamaktan perde iner, göremez olur.
ÖYKÜ: Bir savaşta bir askere kurşun değme olasılığı yüzde kaçtır?
MEHMET: Düşman, hiçbirimizi sağ bırakmak istemiyor. Bu kadar top mermisi attıklarına göre. Hepimizi öldürüp elini kolunu sallayarak ülkemize girecekler. Mermimiz biter diye endişelenmiyorlar. Canları çok değerli. Cana geleceğine mala gelsin, diyorlar. Bir dakikada elli atmış top atılıyor gibi.
DURU: Fransızlar, 21, 22 Haziran 1915’te 83 Rakımlı Tepe’ye bir dakikada 150 top atışı yapar. 28.000 sahra topu, 2.700 ağır top, 700 siper topu atarlar. Tüm bu toplar 600 metre genişliğindeki cepheye atılır.
ÖYKÜ: Ölme olasılığı yüzde kaçtır?
MEHMET: Çok şehit veriyoruz. Diğer cephelerde de böyleyse asker kalmayacak Vatanı uğruna ölmeye hazır asker, ne yapacağını bilen komutanlarımız olmasa bu savaş kazanılmaz. (Savaş sesi.) Arkadaşlarım ölürken cephane almak için karanlığı beklemeyeceğim. Madem bana cephane gelmiyor, gider alır gelirim.(Eğilir,zikzak çizerek kaçar.)
DURU: Çanakkale’de savaşan komutanlar, Trablusgarp’ta, Balkan Savaşları’nda savaşmışlar. Para için savaşan bir ordunun, savaş meydanlarında ustalaşmış komutanların emrinde, vatanı uğruna ölmeye hazır bir orduya karşı hiç şansı yoktur. 83 Rakımlı Tepede iki gün içinde 79 subay, 5.800 er şehit olmuştur.
ÖYKÜ: Arkadaşının yaralandığını, öldüğünü gören asker ne düşünmüştür? Beti benzi atmıştır, titremeye başlamıştır.
DURU: Savaşan askerler yaralıları, ölüleri göre göre kanıksamaya başlamışlardır. Ölüm onlardan çok uzakmış gibi savaşırlar. Dinlenme aralarında horon teperler, zeybek oynarlar.
Horon teperler
Çanakkale Tepesi
Görünür düşman fesi
Salıver martiniyi
Fır fır dönsün teknesi
Tuttum kuşu öteyü (ötüyor)
Motor susmuş yatayu (yatıyor)
Düşman su koyuverü (koyuvermiş)
Birbirine çatayü (çatıyor)
Öğren kürek çekmeyi
Sağa sola bakmayı
Çığ yutarsın balığı
Unut kafa çekmeyi
Unutursan bunları
Yersin kıça tekmeyi
Düşman doldu denize
Tövbe et gelme bize
Fırsat verse ağası
Sağlar kaçar gizlice
MEHMET: (Elinde dürbün, savaşı izler.) Bu savaş baştan beri süngüyle yapılsaydı düşman şimdiye kadar çoktan evini boylamıştı. (Dürbünü sinirle indirir.) Adamlar makineliyle tarıyorlar, her yandan ateş püskürüyor makineler. Mehmet süngü takmış saldırıyor. Birici bölük yere serildi, ikinci bölük fırladı siperlerden dışarı. Tüm asker süngülerini takmış sırasını bekliyor.
ÖYKÜ: Kurşun yağmuru altında ölüleri gömmek bile iştir.
DURU: Sinirler gergin, dudaklar kıpırdıyor. Düşen arkadaşlarının öcünü almak için emir bekliyorlar.
19 Mayıs Kirte. Yüzbaşının sesi duyulur: Arkadaşlar, savaşan arkadaşlar görevlerini yaparak ALLAH’nın huzuruna bir bir çıkıyorlar. Biraz sonra aynı huzura biz çıkacağız. Çocuklarım önümüzde biraz daha zaman var. Hem onlar için hem kendimiz için zaman varken cenaze namazımızı kılalım. Kabe karşımızda.
Arkalardan Oflu Ali Çavuş seslenir: Er kişi niyetine.
Bu namazı kılanların yüzde doksanı ölür.
ÖYKÜ: Komutanlık da büyük sorumluluk isteyen bir görev. Binlerce kişiye hadi öldürün, ölün, diyorsun. Başarısız olursan tek suçlu sen olursun.
DURU: 7 Temmuz 1915 Zığındere Savaşı
İki gündür savaş yapılmaktadır. Üç tümen süngü takıp bölük bölük düşman siperlerine saldırmaktadır. Düşman siperlere yatmış, makinelileri kurmuş gır gır gır gelen askerleri tarıyor.
Düşman mevzilerinin en yakını 80 , en uzağı 200 metredir.Aradaki bu alanı yaralı ve ölüler doldurmuştur, toprak görünmez.
Sıra Yarbay Cafer Bey’in tümenine gelmiştir.
Tüm komutanlar akşam toplantı yaparlar. Yarbay Cafer Bey söz alır: Şimdiye kadar buraya dört tümen saldırdı, hiçbiri başarılı olamadı. Yarınki saldırı da aynı olacak. Askerimizin göz göre göre kırdırılması çok acı. Siz Almansınız belki sizi general dinler. Saldırmak, ölmek sorun değil. Biz öldükten sonra düşman saldırıya geçerse, düşmanı durduracak asker bulamazsınız.
Alman subay hemen Alman Generali arar, durumu anlatır. Alman Generali saldırıya devam, der.
Tümen komutanlarından biri şöyle der: Bu kadar vatan evladının kanının boş, gereksiz yere akıtılmasının hesabını bu millet bir gün soracaktır.
Başka bir komutan şöyle der: Yüz binlerce insan öldükten sonra dört kişiyi öldürsen ne çıkar?
Ertesi gün saldırı olur. Düşman mevzileri düşer. Savunacak asker kalmadığı için düşman karşı saldırıyla mevzilerini geri alır.
Zığındere’de otuz bin kişi ölür.
MEHMET: (Nöbet beklerken dalar.Tüfek elde nöbet beklemektedir.Kendi kendine konuşur.) Uyuma Mehmet! Su uyur düşman uyumaz. Uyuyacaksan çek git köyüne. Herkes yüzüne tükürsün. (Kendi kendini çimdikler,yüzüne vurur.) Kuşpınarı’nın suyu olacak şimdi bir avuç su serpeceksin uyku muyku kalmazdı. Bir ses duyar irkilir, dürbünü alır gözetler.) Vay vay bizimkiler baskına gidiyorlar.(Allah Allah sesleri) Aslanım be! Haydi arkadaşlar! Ahh şimdi ben de orada olsaydım Kirte’nin, Zığındere’nin öcünü alsaydım.
(Şaşkın biçimde bakar.) Hiç silah patlamadı. Ay yıldızlı bayrağı düşman siperlerine diktiler. İşte komutan dediğin böyle olacak. Altı tümen Albay Mustafa Kemal’in emrine verilir mi, diyorlardı. Böyle bir komutana orduyu vereceksin, düşmana gününü göstersin.
DURU: 10 Ağustos 1915 İngilizler asker sayılarını iki katına çıkarıp Conkbayırı’ Anafartalar’dan saldırıya geçer. İngiliz Generali Hamilton olayı şöyle anlatır: Boğaz boğaza dövüşen erlerin arasında General Collie, General Cooper, General Baldwin bugün ölenlerin arasındadır. Türkler birbiri ardı sıra Allah Allah deyip saldırdılar. 10 Ağustos akşamı kaybımız 12 bin, diye not düşer.
ÖYKÜ Beş gün süren Conkbayırı Savaşı’nda Türkler yirmi bin, İngilizler yirmi beş bin kayıp verir. Günde dokuz bin kişi ölür. Ölenleri gömmeye bir ordu gerekir.
MEHMET: (Burnunu tutar, kusacakmış gibi yapar) Alışılmıyor, alışılmıyor. Paramparça olmuş cesetler ağustosun kavurucu sıcağında beş gün kalır mı?
DURU: Savaş meydanlarını gezen Times muhabiri şöyle der: Bu savaş devler ülkesinde devler savaşıydı.
Fahrettin Altay’ın yorumu: Mustafa Kemal 10 Ağustos’ta yalnız İstanbul’u değil, bütün memleketin işgalini önlemiştir.
MEHMET: (Dürbünle bakar) Biz avcı erlerine süngü savaşında iş düşmüyor. Arkadaşlarımızın savaşını uzaktan izliyoruz. Birçok düşman subayını yere indirmiştim. Subayların apoletlerini çıkarmak yeni akıllarına geldi. Bunlar da kim elbiseler pırıl pırıl parlıyor. Bayram kutlamasına mı çıkmış bu askerler. (Uzağa işaret çakar, ne yapayım gibisinden) Anladım, ateş yok izlemeye devam. Silahlar gıcır gıcır. Hepsi de iri kıyım, şu boylara bak. Cetvelle çizip ortadan kessen benim gibi iki asker çıkar birinden. Eğilmiyorlar, saklanmıyorlar. İkindi vakti yola çıktıklarına göre bir iş var bunda. Bizim cephenin gerisine doğru gidiyorlar. (Parmağıyla havada daire çizer.)Anladım uyarı ateşi. (Ateş başlar.) Başlarının üstünden geçen kurşunlara bakıyorlar. Kuş geçti sanıyorlar. Anladılar nasıl da yere yatıyorlar. (Kendini yana çeker.) Bayağı nişancılar. Teslim ol çağrısına ateşle karşılık veriyorlar. Nerdeyse beni nallayacaklardı. Öptürmez miyim Gelibolu’nun taşlarını. Fundalıklar ateş aldı. Her yandan sarıldıklarını anlayınca fundalıkları yaktılar. Dumandan ölecekler. Sizleri ben öldürecektim.
ÖYKÜ: Norfolk Taburu güneşli bir günde öğlen sonu saldırıya geçer.İngiliz Kralının seçme askerlerinden oluşturulan, son model silahlarla donatılmış tabur fundalıkların içine girdiğinde bir duman bulutu gelir, hepsini elektrik süpürgesi gibi havaya çeker. Bu taburdan bir daha kimse haber alamaz.
DURU: İngilizler 13 Ağustos’ta büyük bir taarruza hazırlanır. Tepelerdeki keskin nişancı yuvalarını temizleme görevi Norfolk Taburuna verilir. Norfolk Taburu’na 58 yaşında emekli Albay Beauchamp komutan olarak atanır. Savaş deneyimi yoktur. Sudan ve Güney Afrika’da süvari komutanlığı yapmış. Piyade olmayan bu Albay ve askerleri Türk hatlarının gerisine düşerler. Türk avcı birlikleri çevresini kuşatır. Sıcak savaşla ilk kez karşılaşan askerler hem de kralın gözde askerleri teslim olacak değiller ya. Kendilerini sağa sola atarlar. Geniş, dağlık arazide kurşun sesleri yankılanmaya başlar. Sağa sola rast gele ateş etmeye başlarlar. Ağustosun on ikisi kuru otlar yanmak için bir kıvılcım bekliyor. Yaralılar arasında esir alınan teğmen kendi el yazısıyla olayı böyle anlatır. Albay, 16 subay, 350 er ölür.
MEHMET: (Çift kanatlı bir uçak gelir, sipere yatar.Uçak bomba atar.) Uçaklar bir günde bizim köye varırmış. Düz yere iniyorlarmış. Düzkır uçakların ineceği yer. Ağaç yok, taş yok. Şimdi çobanlar koyunları dolaştırırlar. Köyün üstünde şöyle bir tur atıp ineceksin Düzkır’a. Hiç kimse bilmiyor, hepsi korkudan ahırlara, samanlıklara saklanır Şeytan geldi, diye. Düzkır’ın kaşından köye sesleneceğim, Ahmet Oğlu Mehmet! diye. Önce annem koşarak gelecek. Kim bilir nasıl sarılır boynuma. Kıvılcım, Suna, yeğenlerim koşacak..Tüm köylü koşmaz mı? Yıldız, sesimi duyar duymaz ilk koşan olacak. Utanacak en önde koştuğu için, yüzünü kapatacak yaşmakla. Önce Kuşpınar’ına koşarız, kana kana su içip, kimin fırınından ekmek çıkıyorsa elimi yaka yaka bir ekmek parçalayıp yerim. Bir iki saat anlatırım Çanakkale’yi, Anzakları, İngiliz’i. İçinde binlerce asker olan koca koca kayıkların denizde nasıl yüzdüğünü. Fazla durmam, diğer arkadaşlar da köylerini görsünler.
ÖYKÜ: Birbiriyle savaşan bir ulus ilerde dost olabilir mi?
DURU: Çanakkale’de başlayan Mehmetçik Anzak dostluğu Avustralya’ya atanan ilk büyük elçiye gösterilen sevgi ve saygıda, Göçmen yasası Avustralya parlamentosunda görüşülürken kendini gösterir.
İngiliz General Hemilton, anılarında, çok cesur savaşan, iyi kumanda edilen Türk ordusunun karşısında savaşıyoruz, der.
Türk siperlerinin ilerisi tel örgülerle döşenmiştir. Sayı ve silahça üstün olan İngilizler en büyük kayıpları süngü hücumunda tel örgülerde vermişlerdir.
DURU: İnsanoğlunun tarihiyle başlar savaşlar. Herkes savaşa karşıdır. Hiç kimse savaş istemez. Bende suç yok, geldiler saldırdılar bize.
ÖYKÜ: Karşıki kavşakta her hafta bir kaza oluyormuş. Işık sistemi konulduktan sonra hiç kaza olmamış. İnsanların savaşmasını önleyecek sinyalizasyon sistemi yok mu?
Ne Çanakkale ne Kafkas
Olmasın bir daha savaş
Bu acılar diner sanma
Olursa hırsız size baş
Milleti dini Atatürk’ü
Sömüreni getirme başa
Yığınak yapmayın savaşa
Neler gelir yaşayan başa
Kuraklık varmış eskiden, kıtlık, yoksulluk,açlık. Yerin metrelerce altından sular çıkarılmış, kışın boşa akan sular dev bentlerde tutulmuş dağ, taş sulanmış.Hastalıklar kırıp geçirirmiş ülkeyi sekiz on çocuktan bir ikisi yaşamını sürdürürmüş. Tarih olmuş kolera, veba, sıtma, verem…Şöyle bir bakın dağa taşa. Boş tarlalar, sürüleri bekleyen meralar, bu ülkede bu dünyada on kat insanı daha besleriz diye bağırıyor. Bu (bilgi yelpazesi.net) kadar nüfus mu diyorsunuz? Endişelenmeyin. Yoksul ülkelerde artar, nüfus. Tüm bitkiler daralınca tohuma yatarlar. Yağışın bol olduğu yıllar görünüşlerini güzelleştirirler. İnsanlarda zenginleştikçe çocuk sayıları düşer, yoksullaştıkça artar.
DURU: Su ısıtılınca buharlaşır, yüz dereceyi bulunca kaynar, sıfır derecenin altında donar. Toplumlardaki bazı uygulamaların sonucunu önceden görememek bilime inanmamak ya da çıkarımıza, veya birilerinin çıkarına geldiği için görmemek İşsiz, yoksul kişilerin çoğunlukta olduğu, birilerinin krallardan çok daha lüks içinde yaşaması sürdükçe savaşlar sürecektir. Toplumlar da su gibidir, açlık artıkça kargaşa, kargaşa artıkça savaş kaçınılmazdır.
ÖYKÜ: Büyük savaşlar bazı toplumların aklını başına getirir.
DURU: Çanakkale Cephesi’nin açılması Birinci Dünya Savaşı’nın iki yıl uzamasına, Çarlık Rusyası’nın yıkılıp yerine Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin kurulmasına neden olmuştur.
Avustralya, Yeni Zelanda halkında Çanakkale’de niçin savaştık sorusu sorulmaya, İngiliz sömürgelerinde ulusal bağımsızlık kıvılcımları çakmaya başlamıştır.
9 Eylül 1922’de Yunanlıların Denize dökülmesinden sonra Türk ordusunun Boğazlar bölgesine kaydırılması üzerine Çhurçhill Avustralya’dan yeniden asker yardımı ister. Tek bir askerin canını tehlikeye atamayız, yanıtını alır.
ÖYKÜ: Ünzüle Nine’m, eşinin ölümüne neden olduğu için Eşkıya Kuru’ya beddualar yağdırır. Bu eşkıyanın ölüsünü göreyim koçu kurban eyleyeceğim, diye. Gelinine vasiyet eder, ben göremezsem, sen görürsen bir koç kurban eyle, diye.
Savaş bitip cumhuriyet kurulduktan sonra, bir baskınla askerler tarafından öldürülen Eşkıya Kuru’nun leşi köyden geçerken Kör Ninemiz, askerleri durdurarak biricik koçlarını adı dilden dile dolaşan Mustafa Kemal’e kurban etmiş.
DURU: Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Kurtuluş Savaşı başlar. Yıllarca savaşlarda gençlerini kaybeden Anadolu çok kan kaybetmiştir. Cumhuriyetle birlikte dağdaki eşkıya temizlenir.
ÖYKÜ: (Gazete okur) Dünyada silahlanmaya bir saatte aktarılan para dünyanın her yerindeki içme suyu sorununu çözer, İki günde ayılan para açlık sorununu, bir haftada ayrılan para dünyadaki konut sorununu çözer. Tüm ülkelerin bütçelerinin yüzde otuzu ile ellisi arası savunmaya veya saldırıya ayrılıyor.
Rahmetli dedem gözleri parlayarak anlatırdı.: Karasabanla üç ay da sürülen çiftin traktörle üç günde nasıl sürüldüğünü. Hava kararınca çıranın ışığında akşam çorbasını kaşıklayıp yattıklarını. Elektrik gelince dünyalarının aydınlandığını. İki kişinin cennete gitmesini isterdi. Biri traktörü, diğeri elektriği bulan, derdi. Bunlar için dua ettiğini kaç kez duymuştum. Köyden biri, boşuna dua etme onlar Müslüman değildi, cennete gidemezler, dediğinde, insanlığa hizmet de ibadettir, sözü hala kulaklarımda çınlar.
DURU: Bir daha savaşlar olmasın diye 2. Dünya Savaşı’nın ardından 1945’te Birleşmiş Milletler Örgütü kurulur. İnsanları, ülkeleri korumak için Buna bağlı olarak Uluslar Arası Adalet Divanı kurulur. Yoksul ülkelere yardım için Dünya Bankası kurulur.Dünya Sağlık Örgütü kurulur. Birleşmiş Milletler Kurumu çatısı altında yirmiden fazla örgüt var.
Ne yoksulluğun ne silahlanmanın önüne geçilir ne de savaşlar biter
ÖYKÜ: Yeter ki umutlarımızı yitirmeyelim. Yurtta ve dünyada barışı, barış içinde yetişen çocuklar sağlayacaktır.
YAZAN: CAHİT KAYA (TEŞEKKÜR EDERİZ)
|
|