|
Eğitim Öğretim İle İlgili Belgeler > Tiyatro Oyunları, Skeçler, Piyesler, Oratoryolar, Rondlar, Monologlar, Dramalar, Canlandırmalar
ÇANAKKALE’DEN HAVADİS VAR (TİYATRO OYUNLARI, SKEÇLER, PİYESLER, ORATORYOLAR, RONDLAR, MONOLOGLAR, DRAMALAR, CANLANDIRMALAR) (18 MART ÇANAKKALE ZAFERİ, ÇANAKKALE SAVAŞI)
Kişiler:
Hatice Ana: Hasan ve Ali’nin annesi. Kocasını yıllar önce kaybetmiştir.
Yüzbaşı Reşat: Vatansever bir subay. 1.Dünya Savaşı’ndan önce de, birçok farklı yerde savaşmış ve görevini kahramanca yapmıştır. Çanakkale’de bir kolunu kaybetmiştir.
Ali (küçük kardeş): Nişanlıdır ve ağabeyi Hasan’la birlikte Çanakkale cephesinde savaşa katılmıştır.
Kezban: Hasan’ın karısı
Elif: Hatice Ana’nın kızı; Hasan ve Ali’nin kız kardeşi
BİRİNCİ KISIM
(Sahnede birkaç yer minderi ve eski bir kilim vardır. Duvarda mutfak gereçleri, heybe, vb. asılıdır. Minderlerin önünde bir rahle durmaktadır. Ali, elinde askere çağrı pusulasıyla, mutsuz bir biçimde sahneye girer. Hatice Ana oturmaktadır.)
ALİ: Ana!
HATİCE ANA: Efendim, yavrum!
ALİ: Ana, muhtar demin geldiydi. Haber getirdi.
HATİCE ANA: Yoksa Hasan’ıma bir şey mi oldu?
ALİ: Yok ana, ağabeyim iyiymiş.
HATİCE ANA: E, hayırdır inşallah?
ALİ: Çanakkale’de savaş çok çetin geçiyormuş. Eli silah tutan herkese ihtiyaç varmış. Beni de askere alıyorlar.
HATİCE ANA: Allah’ıma şükürler olsun, bugünleri de gösterdi bana! İki oğlumun ikisi de vatan yolunda savaşa gidiyor.
ALİ: Ana ne diyon, ağam daha bir hafta önce savaşa gitti zaten. Bu evin başına da erkek gerek.
HATİCE ANA: (Mağrur biçimde)Babanız öldüğünden beri sizlere hem analık, hem de babalık ettim. Siz yokken bu evin erkeği yine ben olurum.
ALİ: Ben daha on sekizindeyim, körpe nişanlım var. Onu bırakıp nasıl giderim?
HATİCE ANA: Bana bak oğul! Vatan gibi yar olmaz kimseye. Böyle zamanda yârin de, anan da, baban da vatanındır. Gideceksin. “Peşimden ağlayanım var” demeyeceksin.
ALİ: Ana…
HATİCE ANA: (Oğlunun sözünü keser.) Hem bana bak! Korkuyon mu yoksa?
ALİ: Korkmak ne demek ana…
HATİCE ANA: Korkmayacaksın, oğul. Korkma sakın! Allah bu millete korkmayı, hele hele vatan yolunda savaşmaktan korkmayı haram etti. Bil ki, sadece Allah’tan korkanın kalbine başka korku girmez.
(Bir süre sessizlik olur. Hatice Ana, Ali’ye sarılır.)
HATİCE ANA: Eğlenecek zaman değildir. Git nişanlınla helalleş, sonra da yola koyul. (Gözünden yaş gelir.)
ALİ: Ağlama ana! Madem beni gönderiyon, ardımdan ağlama; gözüm ardımda kalmasın.
HATİCE ANA: Bu gözyaşları üzüntüden değil, gururdandır. Ben, iki oğlunu vatan yolunda harbe gönderen bir Türk kadınıyım. Gururluyum elbet.
ALİ: Ver elini öpeyim. Hakkını helal et, ana!
HATİCE ANA: Helal olsun, oğul. Dualarım sen, ağabeyin ve diğer binlerce evladım için olacak. Allah yolunuzu açık etsin. (Biraz oğlunun yüzüne bakar) Durma gayri, git yoluna!
ALİ: Allah’a emanet ol ana! Yengeme de selam et! Ağamın yanına gittiğimi söyle!
(Ali tam kapıdan çıkacakken)
HATİCE ANA: Oğlum sizi el üstünde gönderiyom askere. Oralardan ya el ele gelin; ya da al bayrağa sarılı olarak eller üstünde gelin. Her iki halde de onurunuzla döneceksiniz bana.
(Ali geri dönüp anasına sıkıca sarılır ve sahneden hızlı biçim çıkar. Ali çıkarken:
“Çanakkale içinde aynalı çarşı
Anne ben gidiyom düşmana karşı
Of, gençliğim eyvah!)
İKİNCİ KISIM
(Ali’nin ve Murat’ın askere gidişinin üstünden yaklaşık iki ay geçmiştir. Ağrıyan sırtını tutan Hatice Ana, sahneye konuşarak girer.)
HATİCE ANA: İnek can çekişiyor, inek ölecek. Sonra bizim halimiz ne olacak Ya Râb! (Biraz soluklanır ve düşünür.) Gerçi evlatlarım yanı başımda olsa… İki ay oldu Çanakkale’deler; ama sanki bir asır oldu. Hasan’ım, Ali’m burada olsalar, hiçbir tasam kalmaz. Davar ölür, yenisi doğar; buğday yanar, yenisi biter; amma evlat ölür, can gider.
(O sırada arkada sessizce duran Kezban seslenir.)
KEZBAN: Ağzından yel alsın, ana! Evladın ölmeyecek, Allah’ın izniyle her ikisi de gittikleri gibi dönecekler Çanakkale’den. İki ay nasıl geçtiyse harp de öyle bitecek, sağ salim dönecekler.
HATİCE ANA: (Mahcup bir sesle) Sen burada mıydın gelinim?
KEZBAN: Şimdi geldim ana. Sedef Kadın, ineğin başında duruyor. “Sen git, ben bakarım.” dediydi.
HATİCE ANA: İnek ölürse, perişan oluruz.
KEZBAN: Öyle ya… Tarlaya bakacak erkek de yok başımızda, önümüzdeki kış kıtlık içinde olacağız.
HATİCE ANA: Geçer kızım, her derdimiz geçer. Vatan kurtulsun, oğullarım eve dönsün. (Geçmişi hatırlamışçasına dalar.) Ben daha on beşinde genç kızken, Doksan Üç Harbi çıktı. Tuna boyundan kaçıp geldik buraya. Dedem, hasta haliyle tuttu elimden; canımızı kurtarma derdiyle kaçtık geldik buralara.
KEZBAN: Anan, baban sağ değil miydi?
HATİCE ANA: Babam Ruslara karşı savaşmak için eline silah alıp orduyla gitti. Ondan bir daha kimse haber alamadı. Sağ kalmış olsa dönerdi; ama o zamanlar başka türlüydü her şey. Binlerce Müslüman canını kurtarmak için yollara düşmüştü. Yere düşüp de geride kalana bile el uzatacak kimse kalmamıştı. Genç erkekler, geridekileri korumak için savaştaydı. Yollarda ancak çocuk ve yaşlı erkekler vardı, bir de kadınlar. Biz de haftalarca yürüdük. Ta ki bize “kurtuldunuz” denilene kadar. Babam kurtulup da dönmüş olsaydı bile, bizi bulamazdı ki...
KEZBAN: Ya annen?
HATİCE ANA: (Gözünden yaş süzülür ve kin dolu bir sesle) Onu Bulgar eşkıyaları öldürdü. Önce namusunu kirlettiler. Sonra köyün orta yerinde onlarca insanla birlikte kestiler.
KEZBAN: Aman Allah’ım!
HATİCE ANA: Beni dedem kuyuya saklamıştı. Kendi de ayrı bir yere saklanmış.
KEZBAN: Kurtulan çok oldu mu?
HATİCE ANA: Yok kızım. Kimileri eve, kimileri samanlığa saklanmıştı. Bulgarlar evleri, samanlıkları ateşe verince, saklananların çoğu diri diri yandı. Yanmaktan kurtulup ortaya çıkanları ise ya süngüyle, ya da satırlarla kestiler. Kurşunu da çok gördü kâfirler. (Nemlenen gözlerini sık sık silmektedir.)
KEZBAN: Allah bu millete böyle acıları bir daha yaşatmasın!
HATİCE ANA: Elbet acılar yaşayacağız. Acı çekmeden mutluluğun kıymeti bilinir mi?
(O sırada sevinçli bir biçimde evin küçük kızı Elif sahneye girer.)
ELİF: Ana müjde! Ağabeyim Hasan’dan mektup var. Ağamdan mektup var. (Kezban hemen yanına koşar Elif’in elinden mektubu alır).
KEZBAN: Allah’a şükür! Bak ana, sana demedim mi sağ salimler.
HATİCE ANA: Oku Kezban kızım, belki Ali’mden de haber vardır.
KEZBAN: İnşallah ana. (Mektuba bakarak) Üç hafta önce yazmış. Diyor ki:
“Sevgili Anacığım,
Satırlarımın başında selam eder ellerinden öperim. Nasılsın, iyi misin? Burada her gün sizler için dua ediyorum. Sıkıntınız, derdiniz çok biliyorum; ama Allah’a dualar edin, ondan ümidinizi kesmeyin.
Benim sıhhatim yerinde. Bugün Ali’nin bölüğüne gittim, onu da iyi gördüm. Kardeşimin sizi düşünmekten gayri bir derdi yok. Nişanlısı Fatma bacıya hasretleniyor. Mektup yazacağımı söyledim, “Selamımı eksik etme” dedi.
İnşallah yakın zamanda savaş bitecek. Geçen gün bir subay söyledi: Düşmanlar çok ağır zahiyat veriyor, çekilmek isteyenleri varmış.
Burada birçok insan tanıdım her biri farklı yerlerden gelmiş, kimi Batılı, kimi Doğulu… Her birinin tek düşüncesi: bu vatanı müdafaa. Şehit olmayı ulaşılabilecek en kutsal mevkii olarak görüyorlar.
Zaman zaman çok şiddetli çarpışmalar oluyor. Bizden de düşmandan da binlerce asker vuruluyor. Her yerde ölüm var; ama anladım ki yaşam kadar ölüm de hayatın bir parçası. Hele bu ölüm kutsal bir amaç uğrunaysa, yaşamdan bile daha değerli değil midir? Eğer ben ölürsem sakın üzülmeyin, bilin ki benim kanım milletimin mutluluğu için akacaktır.
Şimdiye kadar üç çarpışmaya katıldım, şehâdet nasip olmadı. Ölürüm diye korkmuyorum, ya da üzülmüyorum. Siz de benim için korkmayın, şehit olursam da üzülmeyin. Bilin ki peygamber katında komşuluk nasip olmuş, sevinin.
Sevgili Kezban…”
(Kezban birden tebessüm ederek susar)
|
ELİF: Eee, sonra ne diyor?
HATİCE ANA: Kezban, okusana kızım…
KEZBAN: Ana, bundan sonrasını bana yazmış. Size de çok selam söylüyor yine. (Sonra mektubu alarak sahneden çıkar.)
ELİF: (Annesine)Gözlerindeki yaşı sil, ana! Ağam bize güzel haberler yazmış. Hem doğru da demiş, ona bir şey olursa Allah’tandır. Hakk’tan gelen her şey güzeldir.
HATİCE ANA: Doğru diyor, işin sonu şehitliktir; ama benimki de ana yüreği. Ona bir şey olmasına gönlüm razı değil. Hem bu gözyaşları üzüntüden değil, mutluluktan. Sağ olduklarını biliyom ya, gayri bugün bana düğündür.
ELİF: Ana, Hasan ağama, Ali ağama bir mektup da bir yazsak…
HATİCE ANA: Doğru diyon kızım. Kezban’ı çağır gelsin. Kalem kâğıt getirsin.
ELİF: Yenge! Kezban Yenge!
KEZBAN: (Sahne arkasından) Ne oldu?
ELİF: Anam çağırıyor, bak bi!
KEZBAN: (Sahneye gelir, gözleri ıslaktır.) Söyle ana!
HATİCE ANA: Hasan’ım ne diyor? Üzmedi ya seni?
KEZBAN: Yok, ana. Halimi hatırımı soruyor.
HATİCE ANA: İyi, iyi… Madem sen de kâğıt kalem getir, bir mektup da biz yazalım.
KEZBAN: Getireyim, ana. (Hızlı biçimde sahne arkasına geçer ve kâğıt kalemle döner.) Hasan’a mı yoksa Ali’ye mi yazalım.
HATİCE ANA: Hasan’a yazalım, o, Ali’ye de okur. Hem içinde ikisine de selam ederiz.
KEZBAN: Ne yazayım, ana?
HATİCE ANA: Önce her ikisine de selam et. Biz iyiyiz, de! Hiçbir sıkıntımız yok, de. Akılları arkada kalmasın kuzularımın. Tek tek hatırlarını sor? Her ikisinin de gözlerinden öpüyom.
ELİF: Bir eksiklikleri varsa yazsınlar. Elbet cepheye giden olur. Onlarla göndeririz.
HATİCE ANA: Kezban, ötesini bilir, yazar.
KEZBAN: Öyle, ana. Yazarım elbet.
HATİCE ANA: Kızım de ki: Siz oralarda bizden uzaksınız, doğrudur. Ama bilin ki yalnız değilsiniz. Bilin ki, oradaki her bir asker kardeşinizdir, komutanlarınız ağanızdır. En mühimi, vatan sizin ananız, babanızdır. Yüzünüzü koyup da uyuduğunuz siper çukurlarının toprağı, ananızın koynudur. Nöbette gözlediğiniz namusunuzdur. Bilin ki, nöbet tutan gözleriniz, öbür dünyada cehennem ateşi görmeyecektir.
Savaştan korkmayın evlatlarım, savaşta ölmekten de korkmayın. İnsan ölmekle yitip gitmez; insan, unutulmakla yitip gider. Siz ölseniz de, bu vatanın anaları, yavruları sizleri unutmayacaktır. Bu vatan uğruna kanını döken hiçbir Mehmetçik unutulmayacaktır. İsminiz hatıra gelmediği vakit, emeğinizle, ödenmez hakkınızla hatırlanacaksınız.
Savaştan korkmayın yavrularım, savaşta geride bıraktıklarınıza bir şey olur diye de korkmayın. bilin ki, geride bıraktıklarınızın tek derdi sizlersiniz. Geridekilerin sizler için dua etmekten başka derdi yoktur. O dua da şudur ki: “Allah’ım, sen Türk milletinin kahraman evladına güç ver, cesaret ver. Bu vatanın toprağına, bu milletin rızkına göz dikmişlere aman verme. Sen, bin yıldır senin bayrağını taşıyan bu millete, kıyamete dek bayrağını taşıma şerefini nasip et.”
(Sahneden önce Hatice Ana çıkar. Sonra da Kezban mektubu katlayıp, Elif’le birlikte sahneden çıkar.)
ÜÇÜNCÜ KISIM
(Kezban sahnede yalnız. Kapı çalar, Kezban kapıyı açar; karşısında Yüzbaşı Reşat vardır.
REŞAT: Selamun aleyküm kızım.
KEZBAN: Aleyküm selam.
REŞAT: Adım Reşat. Yüzbaşı Reşat… Çanakkale’de harbeden Hasan’ın evini sordum, burasıdır dediler.
KEZBAN: Doğru demişler. Hayırdır?
REŞAT: Bazı havadislerim var.
KEZBAN: Hayrolsun!
REŞAT: Sen Hasan’ın nesi oluyorsun?
KEZBAN: Karısıyım.
REŞAT: Hasan’ın annesi, kardeşi neredeler?
KEZBAN: Birazdan gelirler. İnşallah hayırlı haberleriniz vardır?
REŞAT: Savaştan dönen bir insanın söyleyeceklerinde hayır da, şer de çoktur.
KEZBAN: Anlatın lütfen!
REŞAT: Anlatacak çok şey.
KEZBAN: (Reşat’ın bir kolunun olmadığını fark eder) Kolunuzu da savaşta mı kaybettiniz?
REŞET: Bu kolumu vatana hizmetimin bir nişanı olarak Çanakkale’de bıraktım. Hem orada canlarını bırakanların yanında benim kolumun pek de önemi yok.
KEZBAN: Çok mu şehidimiz var.
REŞAT: Çok ne demek! On binlerce… Üstelik savaş ne zaman biter daha belli değil.
KEZBAN: Düşmanın kaybı yok mu?
REŞAT: Onlarınki de bizim kaybımızdan az değil.
KEZBAN: Bu bir savaştan daha öte öyleyse…
REŞAT: Savaş kelimesi, Çanakkale’yi tarife yetmez, kızım. (Derin bir nefes çeker) Bir gün Karayürek Deresi’ne doğru iniyorduk: Bir akşam beni keşif kolu çıkardılar, bu derenin yatağında geziniyordum. Çok susamıştım. Dere şırıldıyordu, mataramı doldurdum. Birkaç yudum içtiğimde, içtiğim suyun tadı çok başka idi. Dikkatli baktığımda içtiğim suyun kan olduğunu anladım. Allah şahittir, bu suya dünyanın pek çok milletinin kanı karışmıştır: Türk, İngiliz, Fransız, Avustralyalı, Afrikalı ve daha nice…
KEZBAN: Kocam mektubunda demişti ki, savaşın bitmesi yakın.
REŞAT: Öyle diyenler de var. Düşman her yolu deniyor. Denizden, karadan saldırıyor. Ama şimdiye kadar onlara geçit vermedik. Allah’ın izniyle şimdiden sonra da etimizle kanımızla önlerine set çekeriz. Çanakkale’den bir tek düşman askerini geçirmeyiz.
KEZBAN: Geçmez inşallah!
REŞAT: Bir görsen kızım. Orada bu vatanı canından aziz tutarak çarpışan öyle yiğitler var ki… Kimisi on beşinde, kimisi belki daha küçük. Ama hepsinin yüreği bu toprakları sahiplenecek kadar büyük. Daha geçenlerde üç mektepli çocuk gelmişti. Okulda aynı sınıfta okuyorlarmış. “Vatanın bize ihtiyacı var” deyip koşarak cepheye gelmişler. Doğru (bilgi yelpazesi.net) dürüst silah eğitimi bile almadan, silaha sarılıp harbe katıldılar. Daha ilk muharebelerine katılacaklardı. Siperde on metre ötemdeydiler. Gözüm onlardaydı. Belli, korkuyorlardı; ama korktuklarını göstermemek için susuyorlardı. Dudakları dua okumak dışında kımıldamıyordu. Derken albayın “ileri” emrini duydum. Ben de bölüğüme bağırdım: “İleri!” En önde onlar atıldı. (Biraz susup, gözlerini ovar.)
KEZBAN: Ya sonra?
REŞAT: Biz daha siperden fırlamadan, düşman mitralyözleri üstümüze mermi yağdırdı. Daha bıyıkları bile terlemeyen o üç genç, siperden çıkarken kurşunlara hedef oldu. Mermiler üçünü de biçti. Üçü de sipere yuvarlandı. Duracak vakit değildi, hücum ettik, elbet. Yarım saat sonra siperlere geri döndüğümde, o üç gencin cansız bedenlerini gördüm. Koyun koyuna düşmüşlerdi. Belki tek bir mermi sıkmak bile nasip olmamıştı; ama vatan için, hürriyet için, bu milletin namusu, şerefi için her şeylerini vermişlerdi.
KEZBAN: Ruhları şâd olsun!
REŞAT: Âmin! Allah hepimize ölümün böylesini nasip etsin.
KEZBAN: Benim kayınım Ali… Hasan’ın kardeşi… O da daha on sekizinde. Çanakkale’de harp ediyor.
REŞAT: Bilirim, söylemişti Hasan.
KEZBAN: Ali nasıl iyi mi?
REŞAT: Onu bir defa görmüştüm. Bir ay önce Hasan’ı görmeye gelmişti. Sonrasında görmek hiç kısmet olmadı.
(O sırada içeriye Hatice Ana ve kızı Elif girer.)
KEZBAN: Ana, bir misafir geldi.
HATİCE ANA: Hoş geldiniz yavrum.
REŞAT: Selamın aleyküm anacığım.
HATİCE ANA: Aleyküm selam. Hayırdır inşallah?
REŞAT: Haberlerim var size. Lakin suyunuz varsa… Uzak yoldan geldim. Mahiyetimdeki birkaç erle birlikte Adana’ya gitmekteyim. Üstümde vazife de olunca size de uğradım.
ELİF: Ben size su getireyim.
HATİCE ANA: Sizi buraya hangi vazife getirdi yavrum, merak ettim.
REŞAT: Çanakkale’de, harp başladığından beri çarpışmaktayım. Emrimdeki birlikle çok çetin mücadelelere girdik. Oğlunuz Hasan da benim bölüğümdeki onlarca kahraman Türk neferinden bir tanesi.
HATİCE ANA: Siz oğlumun komutanı mısınız? Hasan nasıl iyi mi?
REŞAT: (Başını önüne eğip bir süre sustuktan sonra) Siz, Çanakkale’deki harp nasıl geçmektedir bilir misiniz?
(Bu sırada Elif elinde su kâsesiyle gelir. Reşat suyu içer)
REŞAT: Sağ olasın kızım.
KEZBAN: Mektuplardan biliriz harbi. Anlatanlardan biliriz.
REŞAT: Ben daha önce Makedonya’da eşkıyalara karşı savaştım. Balkan milletleri üstümüze çullandığında da savaştım. Lakin böyle bir savaş görmedim. Bırakın beni, Çanakkale’deki gibi bir harbi, dünya henüz görmüş değildi.
KEZBAN: Allah yardımcımız olsun.
REŞAT: Amin! Bizi ayakta tutan sizin dualarınızdır zaten. Çanakkale’de her yer açlık, susuzluk… Her yer mermi, şarapnel… Çanakkale’de her yerde ölüm var. Ama orada savaşan kardeşlerimiz, koca bir milletin duasından güç alıyor.
HATİCE ANA: Dualarımız daima sizinledir oğlum.
REŞAT: Sağ olun, eksik olmayın. (Derin bir nefes çeker.) Bundan iki hafta önce düşman büyük bir taarruza yeltendi. Bizim tuttuğumuz tepeye yüklendi. Karşımızda çok güçlü bir birlik vardı ve bizim de cephanemiz çok yeterli değildi. Bu savaşta pek çok kez olduğu gibi süngüyle mücadeleye girdik.
KEZBAN: Kocam da yanınızda mıydı?
REŞAT: Hasan cepheye ilk geldiği günden beri yanımdaydı. O gün de siperden birlikte fırladık. Süngülerimiz takılı olarak düşmanın üzerine koştuk. Düşman iki yüz metre ötedeydi. Düşmana vuruncaya dek, top ve makineli tüfekler üzerimize mermilerini yağdırdı.
HATİCE ANA: Peki düşmanı geri püskürttünüz mü?
REŞAT: Ben bir top atışında yerde kalmışım. Gözümü açtığımda Mustafa Kemal adlı bir subayın sevk ve idare ettiği birliğin yardımımıza koştuğunu gördüm. Düşmanla kıyasıya bir savaş oldu. Sadece bizimkiler değil, düşman askerleri de kahramanca dövüşüyordu. Ölen herkes şerefiyle, onuruyla ölüyordu. Orada ölen her bir askerin ailesi, milleti o savaşçılarla gurur duymalıdır.
HATİCE ANA: Ya Hasan… Hasan’ım da kahramanca dövüştü mü?
REŞAT: Dövüştü, ana. Yanıma düşen top mermisi, Hasan’la ikimizin arasına düştü. (Kolunu göstererek) Şarapnel parçaları benim kolumu kopardı, ben yere yığılıp kaldım. O, üstü başı kan içinde kalmasına rağmen yerinden kalktı ve düşmanın üzerine koşmak istedi. Bana bağırıyordu: “Komutanım kalk, şehit olmak yakında. Durma kalk! Şehadet çok yakın.” Allah şahit, kalkmak için bütün gücümü harcadım; ama elimi bile kıpırdatamadım. Hasan durmadı, yaralarına aldırmadan koşmaya devam etti. Makineli tüfek kurşunları yüzlerce Mehmetçiği bıçak gibi kesip atıyordu. Ama o düşmedi.
KEZBAN: Ya sonra… Döndü mü geriye? İyileşti mi yaraları?
(Bir süre sessizlik olur. Reşat gözyaşlarını siler. Kezban ve Hatice Ana, kötü haberi anlamışçasına susarlar.)
REŞAT: Dönmedi. Şehit oldu, Hasan.
ELİF: (Ağlamaklı bir çığlık) Ağam! Hasan Ağam!
(Fonda “Eledim Eledim” türküsü çalar.)
REŞAT: Başınız sağ olsun! Allah sabırlar versin.
HATİCE ANA: Sizler sağ olun, vatan sağ olsun. Ben söz verdim, “evlatlarım şehit olursa ağlamam” dedim. Gözyaşım haramdır; çünkü Hasan’ım şehit oldu. Şehidin ardından gözyaşı yakışmaz.
REŞAT: Bu vatan sizin gibi anaların, kadınların omzunda yükselecektir. Yetiştirdiğiniz evlatlar bu vatanı daima savunacaklardır. Bundan sonra gelecek nesiller ecdadıyla övünecektir. Hürriyetin, ne fedakârlıklarla kazanıldığını öğrenecektir. Sizin hakkınızın helal olması için, sırası geldiğinde onlar da kendi canlarını siper edeceklerdir.
(Herkes sahneyi terk eder. Hatice Ana “Eledim Eledim” türküsünü söyler.)
Eledim eledim höllük eledim,
Aynalı beşikte canan bebek beledim.
Büyüttüm besledim asker eyledim,
Gitti de gelmedi canan buna ne çare,
Yandı ciğerim de canan buna ne çare.
(Perde Kapanır)
YAZAN: Güven DOĞAN
|
|