Eğitim Öğretim İle İlgili Belgeler > Tiyatro Oyunları, Skeçler, Piyesler, Oratoryolar, Rondlar, Monologlar, Dramalar, Canlandırmalar

GİDENLERİN ARDINDAN (ÇANAKKALE OYUNU) (TİYATRO OYUNLARI, SKEÇLER, PİYESLER, ORATORYOLAR, RONDLAR, MONOLOGLAR, DRAMALAR, CANLANDIRMALAR)

 

SAHNE 1

 

Solda bir kahvehanenin önünde, iskemleler alçak masaların üzerine ters çevrilmiş durumda. Sağda üzerine Arapça harflerle Dimosun Yeri yazan bakkal dükkanı. Orta öne yakın tahtadan yapılmış derme çatma bir sedir. Orta en arkada ağaçların ve kasaba ortamının belirginleştirildiği bir manzara çeşme,ağaç, cami okul vs. olabilir. Sahne girişleri Dimosun yerinin önü arkası, kahvehanenin önü ve arkası.

 

Sahne hafif karanlık. Vakit sabaha karşı olduğunda loş ışıkla aydınlatılmakta. Elinde gaz lambası ya da bir fenerle Ömer sessizce sahneye girer. Önce sesini akort eder. Derin bir nefes alır horoz gibi ötecektir ama kendine güveni olmadığından ötemez. Bir kez daha dener. Nefesini içinde tutar patlayacak gibi olur. Sonra tüm cesaretini toplayarak horoz gibi ötmeye başlar. Ama son derece başarısız bir horoz ötüşü olur. Bir yandan da Dimosun dükkanının arkasına doğru bakarak Zehra’yı gözetlemektedir. Sıkılır ve gelip sedire oturur. Elinde feneri ile sahneye Ömer Amca girer. Sahneye bakan diğer elinde bir bıçak vardır. Ömer ile göz göze gelir.

 

Ahmet Amca: Hayırdır Ömer sabahın bu saatinde?

Ömer: (sıkılarak ve çaresiz) Ne olsun Ahmet amca uyku tutmadı.

Ahmet Amca: Buraya kadar mı kovaladı seni.

Ömer: Ne, anlamadım.

Ahmet Amca: Bu uyku hani seni tutmadı mı, yoksa buraya kadar kovaladı da yakalayamadı mı?

Ömer: Haaa. Ahmet amca inan hiç komik değildi. Sahi sen ne arıyorsun bu saatte buralarda.

Ahmet Amca: Ben de yakalamaya geldim. Ama ben bir tutsam keseceğim kafasını.

Ömer: Kimin

Ahmet Amca: Horozun. Münasebetsiz horoz. Sabah namazını kılıyorum tam yatıyorum uykuya daldım dalacağım o münasebetsiz başlıyor ötmeye. Bir yakalasam keseceğim kafasını. Eee ne demişler vakitsiz öten horozun. Sahi sen duymadın mı?

Ömer: Yok ben şimdi geldim.. Yani şey. Yani ne bileyim duymadım görmedim ötmedim. (Ağzını kapatır)

Ahmet Amca: Ne diyorsun oğlum sen?

Ömer: Yani horoz diyorum .Yazıktır hayvana neden keseceksin ki. Hem sabah ötmeyecek de ne zaman ötecek.

Ahmet Amca: Horozsa horozluğunu bilsin canım. Sabah namazından önce ötülür mü ötecekse ezan saatinde ötsün de işe yarasın. Zaten sesi de horozdan başka her şeye benziyor. Sen bile ötsen ondan daha güzel ötersin.

Ömer: Ben bir ötsem var ya hoca ezanı keser beni dinler. O kadar güzel öterim yani.

Ahmet Amca: Tövbe haşa Allah karıştırmış olmasın. Seninle horozu yaratırken karıştırdı mı ne yaptı? Böyle güzel seslisi dururken o horozu niye öttürür ki buralarda, sesi de zaten eşek sesi ile horoz sesi arası bir şey. Neye benziyor ben de anlamadım.

Ömer: Haydi Ahmet Amca haydi. Sen git yat, birazdan güneş açar. Ben buralardayım o horoz gelirse kovalarım onu.

Ahmet Amca: Tamam evladım. Ben gidip yatayım (sahneden çıkmak üzereyken geri döner). Ha bu arada o horoz gelirse ona deki saatler bir saat ileri alındı, galiba onun ileri saat uygulamasından haberi yok. Tevekkeli ondan geç ötüyor. (Çıkar)

(Ömer sedirdedir. Zehra arkasından gelerek gözlerini kapatır.)

Zehra : Bil bakalım ben kimim.

Ömer: Sen gönül pınarımdan su içmeye gelmiş ürkek bir ceylan olmalısın. Ya da sabahın ayazında şu sedirde tünemiş, çirkin sesli gariban horozu kalbinden vurmuş zalim bir avcı.

Zehra: Bilemedin. (Ellerini açarak) Ceza olarak yarın sabah bir daha geleceksin.

Ömer: Böyle ceza olursa ömür boyu mahkumiyete razıyım. Yarın sabah ta gelirim öbür gün sabah ta. Güneşin aydınlığından önce senin ay yüzünü görmek için her sabah güneşten önce doğarım. Nerde kaldın ya ağaç ettin beni buralarda az kalsın öterken yakalanıyordum Ahmet Amcaya.

Zehra: Zaten güzel ötemiyorsun da.

Ömer: Sen bari yapma, ne yapayım ancak bu kadar oluyor. İstersen başka bir hayvan taklidi ile çağırayım seni.

Zehra: Saçmalama. Sabahın bu saatinde, sadece horoz gibi ötersen dikkat çekmezsin.

Ömer: (Birden değişir aklına bir şeyler gelmiştir) Aman boş ver. Nasılsa artık gerek kalmayacak.

Zehra : Anlamadım.

Ömer: Aslında sana ayrılmak istediğimi söylemek için gelmiştim.

Zehra: Nasıl yani

Ömer: Ayrılmak olur ya hani. Koyun kuzusundan, aşık maşukundan ayrılır ya işte öyle bir şey. Ben artık sıkıldım.

Zehra: (Şoktadır) Hani seviyorduk. Hani istetecektin beni. Çeyizlerimi hep seninle kuracağımız yuvamızın hayali ile hazırladım. İğne oyalarım, al yazmalarım şimdi karalar bağlar benim için. Söyle neden?

Ömer: Nedeni yok

Zehra: Hayır mutlaka bir sebebi var.

Ömer: Yok işte sevmiyorum artık sıkıldım.

Zehra: Sıkıldığından mı her sabahın ayazında gelip buralarda beni görmek istersin. Sıkıldığından mı çeşme başındaki o kadar güzel kızlar senin için iç geçirirken bir kere dönüp bakmazsın. Yalan söylüyorsun. (Ağlamaya başlar)

Ömer: (Zehra’nın ağlamasından son derece üzgündür, tüm cesaretini toplayarak derin bir nefes alır) Evet yalan.

Zehra: (Yaşlı gözlerle yüzünü kaldırır) O zaman sebep ne?

(Bu sırada Dimos’un kızı Eleni ve Lalası Pakize sahnenin köşesinde belirir. Sol tarafta Zehra ve Ömer bulunurken sağ taraftan gelen Eleni ve Lalası fısıltı ile konuşurken Zehra ve Ömer sesleri kesilir sadece hareketlerle konuştuklarını ifade ederler. Işık lala ile Eleni nin üzerindedir.)

Lala : Sana söylemiştim Eleniciğim yanlış duymamışım dün dere kenarında konuşurlarken burada buluşacaklarını söylemişlerdi.

Eleni : Lalacığım çok seviyorum içimdeki sese dur diyemiyorum. Zavallı babacığım benim bir an önce Rum patriğinin oğluyla evlenmemi istiyor. Ama benim gönlüm Ömer’de. Öff ne bulur Ömer de şu kızda anlamam ki. Lütfen lalacığım ne yapmalıyız.

Lala : Sus.. dur dinleyelim ne konuşuyorlar.

 

Ömer: (sahneye dönük Zehra’nın yüzüne bakamaz) Biri var, başka bir sevdalım.

Zehra: Yalan . Yalan söylüyorsun. .(Ömer’i kolundan tutup kendine çeker)

Gözlerimin içine bakarak bir kez daha söyle

Ömer: (Gözlerini kaçırarak) Var işte. Yüreğim onun için çarpar durur. Hasreti, gurbeti onun için göze almışım. Yakında gideceğim buralardan.

Zehra: Ya demek buraları terk ettirecek kadar gönül verdin ona. Peki kimmiş o aşüfte. Tanır, bilir miyiz kendisini?

 

Eleni: (birden sahneye girer ve Ömer’in sevdiği kişinin kendisi olduğunu ifade edercesine son derece cilveli bir şekilde.) Canım.. geç kaldım kusura bakma. (Zehra’ya dönerek) kem söz sahibine yakışır aşufte sensin. (Ömer’e dönerek) Sen söylemesen ben söyleyecektim zaten. Duydun artık Ömer beni seviyor.

Zehra : Ben neler duyuyorum Aman Allah’ım Ömer ne diyor bu kız. Elin gavuru ve sen inanmıyorum.

 

Ömer: (Şaşırır ama bozuntuya vermez derin bir iç geçirir.) Boş ver bunları Zehra. Ben senin için öldüm artık. Benim için; de ki yaramaz, beş para etmez adamın biriymiş. Değmezmiş onun için.

Zehra: Merak etme daha fazlasını da diyeceğim de hele sen bana deyiver ne zamandır görüşüyorsun şu zilliyle.

Ömer: Offf boş ver. Bırak öğrenme. Bugün çıkıyorum yola, sen bana hakkını helal et demeye gelmiştim aslında.

Zehra: Vay vay vay. Beyimiz bizimle gönül eğlendirecek. Her sabah gelip camımızın altında kargadan bozma sesiyle horoz gibi bağıracak. Sıcacık yatağımızdan onu görme sevdasıyla çıkıp geleceğiz. Sonra da beyefendi sıkıldım başka biri var deyip kaçacak. Neymiş bir de helalleşecek. Hadi oradan be.

Ömer: Bak Zehra

Zehra: Kes. Sen hele bir söyle bakalım ne zamandır bu yellozlasın. Ne zamandır aldatıyorsun beni.

Ömer: Ya off

Zehra: Söylüyor musun söylemiyor musun? Avazım çıktığı kadar bağırıp toplamaz mıyım ben de kasabalıyı buraya. (Kontrolden çıkmıştır bağırmaya başlar o sırada Ömer eli ile ağzını kapatıp sedire oturtur)

Ömer: Ya tamam Offf. Söyleyeceğim bir sus.(Zehra, Ömer’in elini süratle çeker kendi ağzından itercesine yana atar) Aslında aynı sevda seni de beni de yakar..

Zehra: Oha bir de sapıklık alameti baş gösterdi.

Ömer: Anormallik ona sevdalılarda değil sevdalısı olmayandadır.

Zehra: Senin gözünü bürümüş bu yelloz karı. Kesin büyü yaptırdı sana. Başka türlü seni benim elimden almayı nasıl becerir.

Lala : Tövbe İftira atarsın.

Eleni : Hayır iftira falan değil. Oh yaptırdım işte. Hem de papaz büyüsü, var mı bir diyeceğin.

Zehra: Hepinize yazıklar olsun. (Ağlayarak sahneyi terk eder)

Eleni : (Koluna sarılıp başını omzuna dayayarak)Aslında beni sevdiğini biliyordum. Neden bugüne kadar itiraf etmedin o kadar koşturdun peşinden.

Ömer: (Eleni’yi iterek) Defol! Hala da sevmiş değilim. Tek amacım Zehra’nın benden soğumasını sağlamaktı.

Eleni : Hani başkasına sevdalıydın. Zehra’yı onun için terk edecektin. O ben değil miyim?

Ömer: Evet bir sevdam vardır. Adı anadır, ekmektir, aştır, yuvadır, sevgilidir, onun adı vatandır. O vatanın adı da şu an Çanakkale’dir.

Eleni: (İşin ciddiyetini hemen anlamıştır yüz ifadesi değişir) Yoksa yoksa hayır. (Ömer’in bacağına sarılır). Kurbanın olayım Ömer gitme. İstersen Büyükada’daki dedemden kalma yalıya yerleşiriz. Herkes seni savaşta bilir. Biz de aşkımızı yaşarız.

Ömer: Gönlümde sadece Zehra vardır. Sırf benden soğusun ümidini kessin diye kıza yalan söyledim. Yüzünü bile görmediği babası Yemen’e savaşa gitmiş bir daha dönmemiş. Daha iki yıl önce ağabeyimi Balkan Harbinde kaybetti. Kızcağız savaşlardan çok çekti. Bari benden ümidini kessin.

Eleni: Ben bilmiyor muyum sanki. Savaşa gidip de geri dönen oldu mu bizim kasabadan. Bilmez misin savaş acıdır, savaş hasrettir, öksüz çocuklar, yüreği yanık analar demektir. Oyun mu sandın sen bunu. Ülkeymiş vatanmış bırak bunları. Gel kaçalım buralardan kimseler bilmez, görmez bizi herkes de seni savaşta bilir.

Ömer: Görmeyen gözler öyle bilir de ya ben kendimi nasıl kandırırım ya gavur girerse yurduma, ya o kirli elleri Zehram’a dokunursa. Nasıl affederim kendimi. Hayır hayır gitmeliyim, aşkımı kalbimde yaşatarak gitmeliyim. Yaratanıma söz veriyorum ki attığım her kurşun yine de Zehra’m için için, namusum için, sevdam için olacaktır. Ölmüş bedenimi çiğnemeden gavura mekan olmayacaktır buralar. (sahneden çıkar)

Eleni: Salak, vatanmış ülkeymiş. Sen geberip gittikten sonra vatandan sana ne. Ya gebermez de geri dönerse. Seni o Zehra sümüklüsüne yar etmem. Bilirim ben o zaman yapacağımı. (sahneden çıkar)

 

 

SAHNE 2

 

Aynı sahne, gün aydınlanmıştır. Mehmet ve arkadaşı sahneye girerler. Avcı edası ile ayaklarının ucuna basarak ses yapmadan etrafta kuş ararlar.

 

Arkadaşı: Aha aha işte bak tam şurada.

Mehmet: (gergin olan sapanı ile gösterilen tarafa bir taş atar kuşu ıskalamıştır arkadaşına döner hiddetle) Oğlum sessiz ol demedik mi kaçtı işte. Duran kuşu gözünden vururum, ama uçunca ıskaladık.

Arkadaşı: Ya tamam kızma. Versene şu sapanı bir kere de ben deneyeyim.

Mehmet: Olmaz en son verdiğimde Dimos’un kafasını yarmıştın.

Arkadaşı: Ama o yanlışlıkla oldu. Hem suç benim değil Dimos’un.

Mehmet: Nedenmiş o

Arkadaşı: Adamın kafası o kadar kocaman ki sapanı ne tarafa fırlatsan onun kafaya denk geliyor. (Gülüşürler, o arada arkadaşı Mehmet’in elinden sapanı alır.)

Mehmet: (Sahnenin yanından dış tarafını göstererek) Şşşş bak şu tarafta çalıların arkasında bir şey oynuyor.

Arkadaşı : İster misin şöyle kocaman bir tavşan olsun.

Mehmet : Ne olduğu görünmüyor. Bana versene şu sapanı senin şimdi nereyi vuracağın belli olmaz. (Elinden almak ister)

Arkadaşı : Bırak şunu. Sen hep vuruyorsun. Bu kez de ben ilk avımı vuracağım.(Sapanı olanca gücü ile gerer ve çalılığa doğru bir taş fırlatır. Çalılıktan böğürtülü bir feryat yükselir.)

Mehmet : Gürültüye bakılırsa bayağı büyük bir şey vurdun galiba.

Arkadaşı: Tavşan derken ayı mı vurduk acaba.

Mehmet: Saçmalama ayının ne işi var buralarda.

Arkadaşı: Allah ne ayısı ben yine Dimos’u vurmuşum kaç.

Mehmet : Ne fark eder? Ha Dimos’u vurdun ha bir ayıyı. İkisi de yaralıyken acaip tehlikeli olur. Kaçalım. (Koşarak sahneyi terk ederler)

Dimos: (Kalçasını tutarak sahneye girer kafası bantlıdır) Ah yandım, offff, ulan bacaksızlar, ulan hergeleler bi kafamı bi kıçımı vurursunuz. Ne istersiniz benden. (Acı içinde kıvranmaktadır, dükkanın önündeki sedire oturur kalçasını sıvazlar) Az kaldı! Hepinize dar edeceğim buraları. O veletleri de, onları cesaretlendiren büyüklerini de bir bir sürdüreceğim buralardan. Hiç.biriniz kalmayacaksınız.

Ahmet Amca: (Sahneye girer) Sabah şerifleriniz hayır olsun Dimos Efendi. Gerçi senin yüzünden hayır değil şer akıyor yine ama.

Dimos : Evet akacak akacak! Kafamdan akan kanların hesabını vereceksiniz birgün. Az kaldı. Çok kan akacak çook. (Söylenerek dükkânının kapısını açar ve içeriye girer. Ahmet Amca başını iki yana sallar derin bir iç çeker ters çevrilmiş olan iskemleleri indirip çay ocağının arkasına geçer)

Hasan Amca : (sahneye girer çay ocağına yönelerek) Çayın oldu mu Ahmet

Ahmet Amca: (ellerini kurulayarak ocaktan çıkar) Ooo Hasan yine erkencisin hanım yine erkenden postaladı mı seni evden?

Hasan Amca: Yok bu sefer hanım kovmadan çıktım . “Ayağımın altında dolaşma git öte” demesine fırsat vermeden çıktım. (iskemleye oturur Hasan Amca da yan iskemleye oturur). Aslına bakarsan uyku tutmadı. (hafifçe kulağına eğilerek Dimos’un dükkanını işaret eder) Duydun mu gelmiş bu mendeburunkiler.

Ahmet Amca : Duymaz mıyım boğazın girişi gavur gemisi kaynıyormuş. Birkaç güne kalmaz İstanbul’a gireriz diyorlarmış.

Hasan Amca: Sus sus sessiz ol iyice cesaretlenecek şimdi duyarsa.

Ahmet Amca: Zaten sabah sabah yine böğürüp duruyordu. Çocuklar damarına basmış yine.

Hasan Amca : Damarı batasıca.

Kolsuz: (heyecanla sahneye girer) Ahmet Amca demedim mi sana geldiler işte. Akbabalar geldi. Dün gece sabaha kadar Çanakkale kıyılarını bombalamışlar. Kasabaları yakmışlar. Analarının koynundaki masum bebeden, damdaki kuzuya kadar öldürmüşler yine (sesleri duyan Dimos da heyecanla dükkanından çıkar konuşulanları dinlemeye başlar)

Ahmet Amca : Dur kolsuz dur, bu ne heyecan otur şöyle.

Kolsuz : Ne oturması, ne oturması gavur geldi, burnumuzun dibinde. Bugün Çanakkale’yi geçer yarın İstanbul, derken bakmışsın kasabamızda.

Ahmet Amca: Neler duydun kolsuz, hayırdır.

Kolsuz: Dün akşam gâvur gemileri başlamış vurmaya. Önce bizim kıyılardaki tabyaları bombalamışlar.

Hasan Amca: Bizim topçular karşılık vermemiş mi?

Kolsuz: Vermez mi, vermiş elbet ama gâvur gâvurluğunu yapmış yine. Tabyalarımızı bombalamakla kalmamış, Oradaki kasabalarımızı, hatta Çanakkale’yi bile bombalamış. Çok insan ölmüş çok.

Dimos : (Elindeki sineklikle duvarda bir sinek vurur ve eline alır, kahvedekilere göstererek) Bizimkilerin gücü şu sineklikse, sizinkilerin gücü ancak şu sinek kadardır. Topçularınız ellerindeki o hurda toplarla o koca gemileri batıracaklar ha ? Dünyanın en büyük armadasına karşı hasta adamın zavallı askercikleri. Ha hay güleyim bari diyecektim ama henüz erken. Ben asıl İstanbul düştüğünde güleceğim. Heyecanımı oraya saklıyorum. (Koşarak dükkâna girer daha önce ipe dizdiği İngiliz, Fransız ve Rus bayraklarını çıkarır dükkânının önüne asar)

Ahmet Amca : (Yerinden hiddetle Dimos’a saldırmak isteyen Kolsuzu tutarak) Yahu Dimos. Benim bildiğim sen Rum’dun. Bu İngiliz Rus ve Fransız ne zamandır sizinkiler oldu.

Dimos: Dünyanın en süper gücü oldukları zaman. Hani bir söz vardır, sen çok iyi bilirsin. “Düşmanınım düşmanı dostumdur”. Hasta adam Osmanlı’nın nefesi kesildiği an sıra bize de gelecek.

Ahmet Amca: Leş kargası misali yani. Çakallardan geriye ne kalırsa onunla yetineceksiniz. Nedense hasta adam olduğumuz halde dünyanın en güçlü ordusu bile karşımıza tek başına çıkamıyor. İngiltere, yanına Fransa’yı ve Rusya’yı da almakla yetinmemiş, Hindu’sunu Avustralyalısını yamyamını bile almış gelmiş. Şükür hasta halimizle bile bu kadar korkutmuşuz sizinkileri.

Dimos : Eeeh senin bu safsatalarını dinleyecek değilim çok yakında gelecek olan misafirlerim var hazırlık yapmalıyım. (Dükana girer)

Hasan Amca : Ne diyor bu zevzek. Kim gelecek buna misafirliğe, dostu mu varmış ki.

Kolsuz : Ben anladım onun ne demek istediğini. İngilizlerin komutanı İngiltere’ye bir telgraf çekmiş. Demiş ki sabah Çanakkale boğazına girecekler aynı gün beş çayını da İstanbul’da Türk lokumu ile içeceklermiş. Kendilerinden o kadar eminler yani.

Hasan Amca: Ne diyor bu, Ahmet? Biz o kadar güçsüz müyüz? Topumuz tüfeğimiz o kadar mı kötü?

Ahmet Amca: Karşımızda dünyanın en güçlü ordusu var. Elimizdeki top tüfek biraz eski ve onlarınkilerle kıyaslanamayacak kadar az. Gelsinler bakalım gelsinler Türk’ün lokumunu mu yiyecekler (Yumruğunu sıkarak) yoksa sumsuğunu mu göreceğiz.

Sahne Kararır

 

 

SAHNE 3

 

Aynı sahne ve davulcu elindeki tokmağı arada bir vurarak bağırmaktadır.

 

Davulcu: Duyduk duymadık demeyin. Çanakkale’de savaşan askerlerimiz için yardım toplanacaktır. Yiyecek giyecek para altın her türlü yardım kabul edilmektedir. Yardımlar kasaba meydanında toplanacak ve bugün kasabamıza gelecek olan görevli kumandana teslim edilecektir. Duyduk duymadık demeyin. (Sahneden çıkar)

(Ahmet Amca ve komutan konuşarak arkalarında komutanın yaveri sahneye girer)

Ahmet Amca: İşte böyle kumandanım. Kasabanın eli iş tutan bütün erkeklerini Yemen’de Sarıkamış’ta savaşlarda yitirdik. En son kalan birkaç gencimiz de yaşları tutmadığı halde gönüllü olarak Çanakkale’ye gidince Ziraat yapılamaz oldu. Buğday yok ki ekmek yapalım. Arpa saman olmayınca hayvancılık da yapılamıyor. Senin anlayacağın kumandanım, bizim kasabanın halkı yoksuldur bir şey veremez. Ama biz yine de dedik ki memleketin her yanında yardımlar toplanırken bizim de çorbada tuzumuz olsun. Halka bir duyuralım belki elinde avucunda kalan varsa getirir. (İskemleye otururlar)

Kumandan: Bilmez miyim? Sadece sizin kasaba değil memleketin hali içler acısı. Bıçak kemiğe dayanmış. Elde avuçta yok. Ama askerin durumu çok daha kötü. Karşımızda modern silahlarla donatılmış dünyanın en süper gücü var. Bizim, bırak onlarla boy ölçüşecek silahı, askerin ayağında ayakkabısı, yiyeceği doğru dürüst bir kumanyası bile yok

Ahmet Amca: Deme ya asker aç mı yani.

Kumandan: (elini Ahmet Amcanın omzuna koyar) Ben sana istersen askerin bir haftalık yemek listesini söyleyeyim de sen karar ver buna. (Eli ile yaverine işaret eder) Asker için hazırladığımız geçen haftaki yemek listesini ver . (Yaverinden listeyi alır ve okumaya başlar) Pazartesi, sabah kahvaltısı yok, öğlen yemeği bütün ekmek, akşam yağlı üzüm hoşafı.

Ahmet Amca: kahvaltı yok ve öğlen de sadece bütün ekmek mi? Yanında katık?

Kumandan : Hayır yok. Ekmek de öyle bildiğin tandırdan yeni çıkmış üzerinde dumanı tüten ekmek değil. Oldukça kurumuş ve yemek için sağlam diş gerektirir. (Okumaya devam eder) Salı günü, sabah kahvaltısı yağlı üzüm hoşafı, öğlen yemeği yok, akşam yarım ekmek ve yağsız üzüm hoşafı.

Ahmet Amca: (Ağlamaya başlamıştır) Rica ederim kumandanım susun. Yüreğim daha fazla dayanmayacak. Üzüm hoşafı, yarım ekmek o da (bilgi yelpazesi.net) her zaman değil. Nasıl savaşır bu asker.(Koşarak ocağın arkasına gider elinde bir çıkınla gelir) buyur kumandanım. Asker o halde iken burada çay kahve sohbetleri yapamayız. Boğazımıza durur, durmazsa da hesabını veremeyiz. Bunlar benim kahvehanedeki sermayem. Biraz çay kahve şeker falan işte. Ne kadar faydam dokunacaksa. (Sahnede elinde beyaz bir bohça ile Zehra belirir) Hayırdır Zehra hazır kumandanı bulmuşken Ömer’i mi soracaksın.

Zehra: Yok Ahmet Amca. Bu kasabadan cepheye gidip de haberini alabildiğimiz olmuş mudur ki Ömer’den haber sorsam. Benim cephedeki asker için gönderecek hiçbir şeyim yoktur. Zaten bir ihtiyar anam, bir de ben. Başka neyimiz olabilir ki. Ben çeyizimi getirdim. Ömer de gidince artık başkasına yar olmam. Bu çeyiz de bir işe yaramayacak nasılsa. (elindeki bohçayı getirip masanın üzerine koyar) İçinde tülbentlerim, iğne oyalılarım var. Duydum ki askerin sargı bezine ihtiyacı varmış. Benim gönül yaralarım dinmedi, bari çeyizlerim askerin yarasını durdursun (Ağlayarak sahneyi terk eder)

(Kolsuz ve Hasan Amca elinden tuttuğu torunu ile sahneye girer)

Kolsuz: Hah kumandan da buradaymış işte.

Hasan Amca: Geç kaldık diye çok korkmuştuk. Kumandanım bana da sen lazımsın derdimi ancak sen anlarsın.

Dimos: (Olanları duyarak dükkânının önüne çıkmıştır) Kumandan dert dinlemeye değil yardım toplamaya gelmiştir. Böyle toplanacak yardımlara kalmışsa sizin işiniz çok zor.

Kolsuz: Böyle senin gibi sinsi sinsi bekleyeceğime hiç olmazsa davam için bir şeyler yapmış olurum. (kumandana dönerek) Buraya kadar getirecektim ama kabul eder misiniz bilemediğim için getirmedim. Damda sadece bir keçim kaldı kabul ederseniz onu bağışlamak isterim kumandanım.

Ahmet Amca: Yahu sen onu kurban bayramına saklamıyor muydun?

Kolsuz: Evet kurbanlık ayırmıştım ama, vatan için Yemen’de kolumu kurban etmişim. Analar körpecik kuzularını vatana kurban etmişler bu vakitten sonra kurban kesmek düşmez bize. Varsın askerin boğazından geçsin.

Dimos: Peh çok duygulandım. Hasan sen ne vereceksin kumandana şu veletin sapanını mı? Belki savaşta bir işe yarar ha ne dersin?

Hasan Amca: Kumandanım. Bu torunum Mehmet’tir. Babası Balkan Harbinde şehit düşünce anası da kahrından öldü. Gözümden sakındığım yetimimi yemedim yedirdim, giymedim giydirdim ama şimdi sizden bir istirhamı varmış. Ben kabul etmedim tutturdu illa da kumandanla görüşeyim diye.

Mehmet: (Dedesinin sözünü keserek atılır. Hazır ol vaziyeti alır) Kumandanım ben asker olmak istiyorum.

Kumandan: Sen zaten asker doğmuşsun evladım. Ama askerlik bir oyun değildir. Senin daha büyümen lazım. Hem senin yaşın kaç bakayım.

Mehmet: On beş kumandanım.

Kumandan: Henüz çok küçüksün. Memleketin sana daha çok ihtiyacı olacak. Sen burada kal kasabana, dedene sahip çık.

Mehmet: Gâvur gelip buraları işgal ettikten sonra çok geç olabilir kumandanım. (Kumandanın paçasına yapışır) Yalvarırım kumandanım beni de alın. Ben baba şefkati görmedim. Anne kucağında büyüyemedim, yalvarırım bari vatan kucağında can vereyim. Kumandanım ben şehit olup babamın yanına gitmek istiyorum. Yalvarırım kumandanım beni de alın.

Kumandan: (Mehmet’i omzundan tutup kaldırır) Adın ne bakalım senin.

Mehmet: Mehmet kumandanım.

Kumandan: Peki Mehmet. Hadi diyelim seni aldık. Sana bu yaşta silah veremeyiz. Cephede nasıl bir yararlılık gösterebilirsin.

Dimos: Ancak taş atar. Daha ilk günden bizimkiler armut gibi avlar bunu.

Hasan Amca: Evet çok iyi taş atar. Sapanla taş atmada üstüne yoktur.

Mehmet: (heyecanla) Evet kumandanım, sapanla attığımı vururum.

Kumandan: İyi de evladım düşmanı sapanla mı vuracaksın.

Mehmet: Ama daha önce bir gâvur vurmuştum.

Kumandan: Gâvur mu vurdun?

Mehmet: Evet Dimos’u vurdum. O da gâvur değil mi. Hadi kumandanım bana bir şans verin.

Kumandan: Peki görelim bakalım marifetini. Bize bir atış talimi yap bakalım.

Mehmet: (koşarak bir sopa parçası bulur) Bakın şimdi bu değneği bir atışta iki parçaya ayıracağım. (koşarak sahnenin dışına çıkar değneği dikmiştir. Sapanına bir taş yerleştirir gerer ve bismillah diyerek taşı fırlatır. Görenler hayrete düşmüştür. Koşarak ikiye bölünmüş değneği getirir)

Dimos: Hadi canım tamamen şans.

Mehmet: Senin kafanı yardığımda da tesadüf sanmıştın değil mi? Şans mans değil aha bir daha vuracağım. (Başka bir değnek bulup aynısını tekrarlar yine hedefi vurmuştur. Alkışlar)

Kumandan: Peki Mehmet madem bu kadar isteklisin asker olmaya bu kadar da yeteneklisin seni de götürelim. Hadi bakalım helalleş dedenle de yola çıkalım hava kararmadan kumanyaları taşıyacak olan trene yetişelim. (Mehmet dedesi ile vedalaşır –hüzünlü bir vedalaşma- çuvalları yaver ve Mehmet sırtlanarak sahneden çıkarlar)

 

Sahne Kararır

 

 

SAHNE 4

 

Aynı dekor. Ahmet Amca ocakta bulaşık yıkamakta.

Dimos : (Dükkandan çıkar ve derin bir nefes alır) Ohhh kuru fasulye ne de güzel koktu.

Ahmet Amca: Kesin Ayşe Ana yapmıştır. Bu köyde kuru fasulyede onun üzerine kimseyi tanımam.

Dimos : (Yüzü asılır) : Bir tabak olsa da yesek

Ahmet Amca (Gülerek) : Aman kalsın yedikten sonra senin çıkaracağın koku, kuru fasulyenin bu kokusunu bastırır. (Bu sırada heyecanlı bir şekilde Hüseyin sahneye çıkar bir yandan da üzerini giyinmeye çalışmaktadır. Hüseyin’in eşi Ayşe Ana da peşinden koşturarak gelir)

Ayşe Ana: Nereye gidersin be adam, bir söylersen ölür müsün?

Hüseyin : (Hanımını duymamışçasına Ahmet Amca’ya sorar) Kumandan gitt mi?

Ahmet Amca: Ohoooo Hüseyin! Geç kaldın. Şimdi çıktılar ama koşsan yetişirsin.

Ayşe Ana : En sevdiğin yemeği yaptım, bütün gün kuru fasulye kaynadı durdu ocakta bir yudum yemedin.

Hüseyin: Hanım hele sen kuru fasulyeyi biraz daha pişir, ben kumandana bir sorayım cephede neler olup bitiyor. (koşarak uzaklaşır)

Ayşe Ana: Sabahtan beri bahçede çalıştı durdu bir yudum yemedi. Kumandanın geldiğini duyunca da fırladı çıktı. Nereye gitti şimdi bu adam açı açına. (Söylenerek geriye döner çıkar)

Dimos: Cephede neler oluyor öğrenecekmiş. Sen otur da kuru fasulyeni yesene güzel güzel sana ne. Yarın sabah göreceksin neler olacağını.

Ahmet Amca: Bu kadar eminsin yani?

Dimos: Senin şüphen mi var? Beş çayına İstanbul’da bizimkiler. Adımın Dimos olduğu kadar eminim.

Ahmet Amca : (İç geçirerek) Haksız da sayılmazsın bu kadar askeri güç karşısında dua etmekten başka çaremiz kalmadı. Allah askerimize güç kuvvet versin.

Dimos: Geç kaldın Ahmet Efendi. Allah gücü kuvveti bizimkilere vermiş zaten. Sen dua et de sizinkilere akıl versin. Versin ki bizimkilerin karşısında direnmekten vazgeçsin zavallılar. Biliyorsun bizim donanma yarın sabah öldürücü darbeyi vuracak. Boğazı sallana sallana geçecekler. Beş çayına da İstanbul’dalar.

Ahmet Amca : Bana bak Dimos efendi mazlumun ahı ta arşa kadar gider diye kuvvetli bir hakikat vardır. Masum ve mazlumların muhafızı Cenab-ı haktır. Görelim rabbim neyler neylerse güzel eyler.

Sahne Kararır. (Sahne karanlıkken savaş ve top sesleri eşliğinde flâşörler patlar. Savaş canlandırması yapılır. Kıyıların savaş gemilerince bombalanmaktadır.)

 

 

SAHNE 5

 

Aynı sahne neşeli bir müzik çalmaktadır. Arkada minareler arasında Çanakkale Geçilmez mahyası. Sahnede gazete satan çocuk. Dimos’un dükkanının kepenkleri kapalı.

Gazeteci : Yazıyor yazıyor gavurun Çanakkale’yi nasıl geçemediğini yazıyor.

Hasan Amca: Ver bakalım oradan bir gazete. (cebinden çıkardığı parayı gazeteci çocuğun avucuna bırakır. İskemlelerden birini çeker oturur)

Ahmet Amca: (Heyecanla sahneye girer) Duydun mu duydun mu Hasan? Dualarımız kabul oldu.

Hasan Amca: Gel gel Ahmet. Bak gâvur denizden giremeyeceğini anlayınca çekip gitmiş.(Gazeteyi gösterek)

Ahmet Amca: Yahu okusana ne yazmış.

Hasan Amca : (Gazeteyi okumaya başlar) Çanakkale zaferi tüm halkımıza basın yoluyla resmî tebliğle duyurulmuştur. “Bugün yani dün öğleden evvel 11.30’da Çanakkale Boğazı’nda bataryalarımıza ateş açıldı.. Düşman donanmasından bir kısmı öğleden sonra saat üç’te bataryalarımızın ateş menzili dışına çıkmış ve saat altıya kadar fasıla ile bombardımana devam eden sekiz zırhlı bilahare bombardımana nihayet verip uzaklaştılar... Yedi saat devam eden bu şiddetli muhabere bataryalarımızın zaferi ile neticelendirilmiştir. Bombardımana rağmen istihkâmlarımızdaki hasar şayan-ı hayret derecede azdır.

Kolsuz: (Haber okunmaya başladığında sahneye girmiştir. Heyecanla gelir ve sevinçle birbirlerine sarılırlar.) Zafer bizimdir. İşte Türk’ün gücü. Nerde Dimos efendi?

Hasan Amca: Kederinden kendini eve hapsetti.

Ahmet Amca : Artık beş çaylarını da içer on beş çaylarını da.

Kolsuz: Keşke burada olsaydı da ona Seyit onbaşının gâvur gemilerini nasıl batırdığını anlatsaydım.

Hasan Amca: Anlat hadi anlat. Bu gazetelerden okumak hiç heyecan vermiyor.

Kolsuz: Seyit onbaşım iki yüz küsür kiloluk bombayı sırtladığı gibi yollamış gâvurun üstüne. Hey be mübarek havada şahin gibi süzülerek uçmuş uçmuş sonra patlamış gâvurun gemisinde. Diyorlar ki sanki melekler aldı da koyuverdi bombayı gâvurun üstüne.

Ahmet Amca: Eeeee bir tek bombayla mı kaçmış kefere.

Kolsuz: Dur daha biter mi? Gavurun gemisi isabet alınca başlamış olduğu yerde dönmeye derken diğerleri de ona çarpmamak için sağa sola kaçışmışlar. Sonra bir gürültü bir kızılca kıyamet. Meğer bizim Nusret Mayın Gemisi’nin döşediği mayınlara çarpmış oracıkta batmış birkaçı. Bunu gören diğer gemiler bakmış olmayacak dönmüş kaçmaya başlamış.

Hasan Amca : İşte Türk Askeri.

Kolsuz: Evet Türk Askeri (İç çekerek)Epey asker de şehit olmuş ama. Gâvurun gemilerden attığı bombalar o kadar kuvvetliymiş ki düştüğü her yerde sanki lağım çukuru açmış. Diri diri gömülmüş birçok askerimiz.

Hasan Amca: Ruhları şad olsun.

Ahmet Amca: Amin amin.

Ayşe Ana: (Olan biteni sahnenin arka tarafından dinlemiştir. Şehitleri duyunca dayanamaz atılır) Hele bir deyiverin bana bizim adamdan da haber yazar mı o gazete?

Ahmet Amca: Haber yok değil mi hala Hüseyin’den?

Ayşe Ana: Bilirim giden dönmez de, bir umut işte. Ben gideyim de kuru fasulyenin suyunu koyayım bitmiştir yine kaynaya kaynaya. (Sahneden çıkmaya başlar.)

Kolsuz: Ben de diyorum ki bu güzel kokular nereden geliyor.

Hasan Amca: Hüseyin giderken dedi ya sen kuru fasulyeyi biraz daha pişir ben geleceğim. O gün bu gündür kadıncağız hep pişirir durur. Bir yudum olsun yemez bekler durur kocasını.

 

 

SON SAHNE

 

Fon sesi: Deniz Zaferi’nin sevinci çok sürmeden kara savaşları da başladı. Denizden geçemeyeceğini anlayan düşman karadan geçmek için çok zorladı. Acımasızca süren savaşta düşman da Türk tarafı da çok zayiat verdi. Kahraman Türk askeri süngüyle, tırnakları ile savaştı ve zafer kazandı. Yurdunu düşman askerine çiğnetmedi. Yıllar geçti, savaş ta savaşanlar da unutuldu. Ya da unutulduğu zannedildi. (Sahne açılır)

Dimos’un dükkanının üzerinde latin alfabesi ile “Dimos Bar”, Ahmet Amca’nın çay ocağında da “Ahmet Amca Türkü Bar” yazmaktadır. Dimos’un yerinden dumanlar çıkmakta ve renkli ışıklar içerideki eğlencenin dozunu göstermektedir. Acaip kılıklı gençler diskoya girip çıkmaktadır. Ortalıkta yabancı isimlerin hâkim olduğu tabelalar. Uygunsuz görüntüler.

(Bir an için sesler azalır. Tüm sesleri bastıran çok güzel ötüşlü bir horoz sesi duyulur.)

Zehra: (Sesi duyarak sahneye çıkar, oldukça yaşlıdır. Heyecanla etrafta koşuşturmaya başlar. Barlara girer çıkar. Bir yandan da büyük bir heyecanla mırıldanmaktadır.) Geldin işte, geleceğini biliyordum. Yıllarca bu anı bekledim. Ömrümün sonunda da olsa kavuşacağımızı biliyordum. Bana döneceğini biliyordum.

(Aramaya devam eder ama bir türlü göremez. Önüne denk gelen acaip kılıklı gençlere sorar)

Zehra: Siz gördünüz mü onu Allahınız aşkına söyleyin görmediniz mi?

(Gençler acaip tavırları ile onun deli olduğunu ima edercesine dalga geçerler. Bir an için sessizlik olur horoz ötüşü tekrar eder ve dumanlar içerisinde asker kıyafeti ile Ömer belirir. Şaşkın bakışlarla etrafını süzmektedir. Ömer belirdiği an Dimos Bar’dan Eleni çıkar.)

Zehra: Senden umudumu kesmedim Ömer. Kesemedim. Beni sevmediğini kulaklarım duydum ama yüreğime kabullendiremedim. Senden başkasına da yar olmadım.

Ömer: Ben de senden başkasını sevmedim. Seni üzmeye dayanamadım. O yüzden sevmiyorum dedim. Bil ki yüreğime senin sevginden başka sevgi girmemiştir.

Zehra: (Heyecanla Ömer’e koşar ellerini tutmak ister ama bir türlü tutamaz. Eleni’yi görmemiştir.) Neden Ömer neden tutamıyorum ellerini.

Ömer: Artık dünyalarımız ayrı da ondan.

Zehra: Nasıl yani. Buradasın işte karşımdasın. Ben yıllarca bu an için bekledim. Elim bir erkek eline değmedi. Ya sana yar olurum ya da toprağa dedim. Bir umut seni bekledim.

Ömer: Ben de bunun için buradayım Zehra, yani kavuşmak için.

Zehra : Söylediklerinden hiçbir şey anlamadım.

Ömer : Şehit nedir bilir misin? Sen öldü zannedersin de o ölmemiştir. Can vermiştir, cananın olmuştur. (etrafına bakınır) Bu arada ne olmuş böyle benim kasabama. Bu yazılar nedir ben de bunlardan hiçbir şey anlamadım.

Zehra: Hiç sorma sizler cephede çarpıştınız, canınızı verdiniz gâvur gelmesin yurduma diye. Gâvur giremedi ama gâvurluğunu soktu ülkeme. Biz zafer kazanınca Dimos kahrından öldü gitti. Yıllarca dükkânı harabe halde kaldı. Sonra o kör olası Eleni burayı açtı.

Eleni : Ömer, hoş geldin. (Elini uzatır) Gelsene bak ne kadar değişti buralar.

Ömer : Buradan içki kokuları geliyor.Acaip acaip de hoplayıp zıplıyorlar. İçeridekilerin hepsi Rum mu?

Zehra: Hayır tamamına yakını Türk. Ahmet Amcanın torunları da baktı ki bu işte çok para var onlar da kendilerince burayı açtı. Ama buranın da Eleni’den aşağı kalır yanı yok. Eğlence adına içki dans ne ararsan burada da var.

Ömer : Ama az önce Çanakkale türküsü çalıyordu.

Zehra: (Utanarak başını öne eğer.) Haklısın.

Ömer: Biz bu türküyü cephede canımızla kanımızla yazdık. Şimdi gençlerimizin içki masalarında meze oluş. Vay be ne hallere düşmüşüz. Gâvurun kurşunu bin kere değse yüreğime. Bir kere olsun şunların ki kadar acıtmaz dı. Ben Çanakkale’de can verdim ölmedim ama şimdi büsbütün öldüm.

Eleni : (Ölüyor numarası yapar) Ömer. Bana bir şeyler oluyor. Ölüyorum galiba.(Ömer Eleni’ye koşar elini tutmak ister ama tutamaz)

(Bu arada Zehra da fenalaşmıştır.)

Zehra: Ömer elim ayağım çekiliyor. Ellerim uyuşuyor. Ömer elimi tut. (Ömer koşarak gelir ellerini tutar)

Eleni: (Yerinden doğrulur) Alo ne oluyor? Azrail’i meşgul etmesene kızım.

Zehra: Ömer ellerin. Elerini tutabiliyorum. Yoksa?

Ömer : Evet Zehra bana geliyorsun. Bu dünyada gençliğimizi, sevgimizi, hayatımızı doya doya yaşayamadık ama ebedi hayatta mutluluk bizi bekliyor Zehra. Bana geliyorsun.

Zehra Ömer’in kollarında can verir. Sahne kapanır.

 

TİYATRO OYUNLARI, SKEÇLER, PİYESLER, ORATORYOLAR İLE İLGİLİ TÜM BELGELER
"
SAYFASINA GERİ DÖNMEK İÇİN
>>>TIKLAYIN<<<

"
EĞİTİM ÖĞRETİM İLE İLGİLİ BELGELER ” SAYFASINI GÖRMEK İSTERSENİZ
>>>TIKLAYIN<<<

Yorumlar

....

9. **Yorum**
->Yorumu: şahane bir site burayı sevdimm 
->Yazan: Buse. Er 

8. **Yorum**
->Yorumu: SIZIN SAYENIZDE YÜKSEK BIR NOT ALDIM SIZE TESSEKÜR EDIYORUM...
->Yazan: sıla

7. **Yorum**
->Yorumu: valla bu site çok süper .Bu siteyi kuran herkimse Allah razi olsun tüm ödevlerimi bu siteden yapiyorum.saolun mugladan sevgiler...:).
->Yazan: kara48500..

6. **Yorum**
->Yorumu: çok güzel bir site. kurucularına çok teşekkür ederim başarılarınızın devamını dilerim.
->Yazan: Tuncay.

5. **Yorum**
->Yorumu: ilk defa böyle bi site buldum gerçekten çok beğendim yapanların eline sağlık. 
->Yazan: efe .

4. **Yorum**
->Yorumu: ya valla çok güzel bisi yapmışınız. Çok yararlı şeyler bunlar çok sagolun 
->Yazan: rabia..

3. **Yorum**
->Yorumu: Çok ii bilgiler var teşekkür ederim. Çok süper... Ya bu siteyi kurandan Allah razı olsun ..... süperrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrr. Çok iyiydi. isime yaradı. Her kimse bu sayfayı kurduğu için teşekkür ederim 
->Yazan: pınar..

2. **Yorum**
->Yorumu: çok güzel site canım ben hep her konuda bu siteyi kullanıyorum özellikle kullanıcı olmak zorunlu değil ve indirmek gerekmiyor
->Yazan: ESRA..

1. **Yorum**
->Yorumu: Burada muhteşem bilgiler var hepsi birbirinden güzel size de tavsiyeederim. 
->Yazan: Hasan Öğüt.

>>>YORUM YAZ<<<

Adınız:
Yorumunuz:


Yorumunuzda Silmek istediğiniz kelime veya cümle varsa kelimeyi fare ile seçin
ve
delete tuşuna basın...

 


 E Mail
(Zorunlu Değil):