|
eğitim öğretim ile ilgili belgeler > tiyatro oyunları, skeçler, piyesler, oratoryolar
KURTULUŞ SAVAŞI (2) (TİYATRO OYUNLARI, SKEÇLER, PİYESLER, ORATORYOLAR)
(MİLLİ PİYES)
KİŞİLER
HALİL : Askere gitmek istemeyen köylü
ELİFÇE : Halil’in karısı
SÜLEYMAN DAYI : Köyün bilgesi
MUHTAR :
HALİLİN ANASI :
ÇOCUKLAR:
ALİ
AHMET
MEHMET
SİNAN
KADINLAR:
NAZLI
BELKIZ
CANKIZ
CEPHEDEN YENİ DÖNENLER:
ÇAVUŞ
İKİ ASKER
HALİL’İN NAAŞINI GETİRENLER:
ÇAVUŞ
İKİ ASKER
SAHNE
Arkada dağlar sıralanmıştır. Tarlalarda hiç ürün yok. Gök rengi bozdur. Köye bir
Sessizlik hakimdir.
Halil'in evi: Bir köy evi modelinde; sedirler , minderler vardır.
Köy meydanı: Bir çeşme bulunur. Sağlı ve sollu evler dizilmiştir. Ortada kimsecikler
Yoktur.
1.PERDE
SAHNE 1
(Sahne:Köy Meydanı. Ortada kimse yok, bir sessizlik hakimdir.30sn. kadar hiç kimse görünmez. Daha sonra Halil çıkar ortaya ve çaresizlik içinde yürümeye başlar. Bir sağa, bir sola volta atıp durur.Kendi kendine konuşmaya başlar:)
HALİL:(Elini başına atar ve düşündüğünü belirtircesine başını kaşımaya başlar. Sonra yüzünü yere eğerek)
Ne yapsam, ne eylesem bilmiyorum? Ne olacakmış sanki cepheye gidince? Gidenlerin başı göğemi erdi? Hepsi toprak olup geri döndü. Karıları çocukları ortada. Bir lokma ekmeğe muhtaç dolaşıyorlar. Gerçi herkes onlara iyi davranıyor; ama başlarında er olmayınca neye yarar ki?
(Şapkasını eline alır, mahzunlaşır, adımları seyrekleşir ve buğulu bir ses tonuyla:)
- Anam bile artık oğlum diyerek okşamıyor beni.Ya köylüler (sesi hiddetlenir, yüzü asılır) ya köylüler; onlarda bana cephe almış gibi. Cepheye gideceğime (bilgi yelpazesi.net) onların cephe almasına karşı koymalıyım. Aman... boş ver, ne olacaksa olur. Baştakiler de vatancı, ellerinde her imkan var (umursamaz konuşur, omzunu silkeler.) Onlar niye bir şey yapmadı sankim.? Hepsi küplerini dolduruyor, yada kaçıp gidiyorlar. (şapkasını yere atar, başını hafiften sallar.)
(İçeriye o sırada Süleyman dayı girer. Halil hemen şapkayı yerden alır ve utangaç bir tavırla şapkayı önünde tutar, başı yerdedir.)
SÜLEYMAN DAYI: Ne o deli oğlan, neye konuşuyon kendi kendine? Aladağ’da koyunları kurt mu kaptı; yoksa altın dolu küp mü buldun? Söyle bakalım neye, anlat hele...
HALİL:(Süleyman Dayının dalga geçtiğini düşünerek) Yok be Dayı.Nerede bizde küp bulacak şans. Hem bulsak ne olur ki? (Umursamaz konuşur)
SÜLEYMAN DAYI: (Sanki nedenini bilir gibi.) Ne o zaman derdin senin?
HALİL: Şu askerlik meselesi kafamı karıştırıyor... Diyom ki; gitsem ne olacak sanki! Gidenler ne oldu. Taslarında sıcak çorba mı gördüler; evlerinde huzur mu oldu? Gidenlerden kaçı geri döndü? Giden al kanını akıtmakta, buraya ancak kara haberi gelmekte
SÜLEYMAN DAYI: (Daha konuşacak olan Halil’in konuşmasına fırsat vermeyerek.)
(İnandırıcı bir ses tonuyla)
Yoo, öyle deme oğul. Buna kara haber denmez.Vatan uğrunda, toprak uğrunda ölene laf söylenmez, dil uzatılmaz bizim töremizde. Hem ayıptır, bu hem günah. Bu kara haber değildir, düğün haberidir inanan için. Bu şereftir, şandır kişi için. Senin aklın neden almaz ki ola bunları, ben anlamadım bu işi... Ataların yıllardır at koşturduğu bu toprakları vermek düşer mi bize heç?
Söyle, yüreğin nasıl kabul eder bunu?
HALİL: Zaten ben vermekten bahsetmiyorum. (Bunları emin şekilde söyler.)
(Bir müddet susar ve:) Vermem ama...
(Süleyman Dayı sözünü keser)
SÜLEYMAN DAYI: Aması maması yok bunun oğul. Bu uğurda neler vermişiz neler. Her şey fedadır bu yola.
HALİL: Tamam da Dayı, gidenler bin askere ne eyler ki? Onlarda top var, tüfek var, her bir şey var. Ben bir kuru canla ne eylerim. (Çaresizlik içindedir. Sesinde bu çaresizlik okunur.)
SÜLEYMAN DAYI:Haklısın haklı olmaya ama, bunun çaresi yoktur. Çare savaşmaktan geçer, mücadeleden geçer; kaçmaktan geçmez. Bu vatanda beş on yıl sonra çiçekler ellerinde çocuklar oynayacak; her insan yüreğinde umudun sevincini, korunu taşıyacak. (Sesi heybetlidir.)
HALİL: Senin söylediklerin düştür emmi, düş... Buna başka bir şey denmez. Düşman topunu tüfeğini kapmış da gelmiş kapımıza, sen neler diyon, ne anlatıyon bana. Masal bunlar, düş düş...(Elini pervazsızca sallar)
SÜLEYMAN DAYI: (Kararlıdır) Sen inanma oğul. Unutma ki hayat onurlu mücadeleye giriş
medikçe anlam ifade etmez. Bu düş de olsa dahi...
HALİL : Düşün mücadelesi mi olurmuş dayı?
SÜLEYMAN DAYI: Bir düşü gerçekleştirme olasılığı yaşamı ilginçleştirir. (Yada güzelleştirir.) evlat. Hem düşlerde bir gün gerçek olacaktır. Karamsar olmak sen gibi genç yüreklere yakışmaz. Umut lazımdır bize umut.
HALİL:(Süleyman Dayının söylediklerinin etkisi altında kalaraktan, yere çöker, ellerini dizine koyar ve içini çekerek)
- Tamam da Dayı, ne yapmalı bu durumda? (Ayağa kalkar)
|
SÜLEYMAN DAYI: Bir şeye karar vermek başlangıçtan başka bir şey değildir evlat. Çare gitmekten geçer. Gitmeli evlat gitmeli. Kardeşleri kuru toprakta yatarken döşek minder sana düşmez. Yumuşak kucak senin hakkın değildir. Bu hak cepheden al elleriyle dönen, pusatını göğsüne bastıranın hakkıdır. (Biraz susar...)
Öyle zamanlar vardır ki, insan hayat ırmağının akış yönünü değiştiremez. Kapılır gider ansızın bu selde.
(Halil’in gözleri yaşarır, hüzünlenir.ne yapacağını bilemez bir türlü. Sanki değirmen taşının arasına düşmüş bir buğday tanesi gibi yüreği ezilir durur.)
SÜLEYMAN DAYI: Köyde bir karılar çocuklar, bir de benim gibi yaşlılar kalmıştır. Sen ne eylersin bur da. Akranların hep oradalar. (Eliyle öteleri gösterir.) Git oğul, git. Durma burda. Sana yakışmaz bu kancıklık. Mert adamsın, yiğit adamsın. Elin hem silah tutar, hem de buralar da uyuz köpekler(itler) gibi dolanırsın. Ben bunları söylerim söylemesine, sakın gücenmeyesin bana (dayına)
HALİL: (Çaresizlik içinde) Yok dayı yok, amma...
(Süleyman Dayı hiddetle sözünü keser Halil’in)
SÜLEYMAN DAYI: Habire amma çeker durursun. Ananla karınla helalleş de git artık.He de atına, sür dağlara öte. Yazılacak destanın bir yaprağının mürekkebi senin al kanından olsun oğul. Düşmanın rezil ayakları altında inleyen bu şehit toprağını azaptan kurtarasın. Sen ve senin gibiler evlat. Her zaman ne istediğini bilmek zorunda olduğunu anımsa. Haydi... (Arkasını döner ve biraz yürüdükten sonra:)
Geriye dönüp kaldığım yerden devam edeceğim diye düşün. Durma artık... (Eliyle bir işaret yapar ve çıkar.)
HALİL: (Yere çöker, elini başına koyar, başını ellerinin arasına aldıktan sonra içini çeker ve:)
- Galiba korkaklık kefenim olacak. Gayrı bu kefeni giymeden gitmeli. Ne yapıp edip gitmeli. (Arkasını döner ve başını öne eğerek çıkar.)
- SAHNE KARARIR -
SAHNE 2
Sahne: Halil’in evi. Annesi diz çökmüş oturur, tespihini çekmektedir. Karısı elini yüzüne dayamış. Hafiften salınarak oturur, düşüncelidir. Sanki olacakları önceden sezmiş gibidir.
(İçeri HALİL girer. Evin içinde biraz dolaştıktan sonra anasının yanına oturur. Bir şeyler söyleyecektir; ama uygun zamanı bekler. İçini çekerek, zor bir karar verdiğini söylemek üzeredir. Dertli ve mahzun:)
HALİL: Ana!.. Ben karar vermişem.
(Anası, olacaklardan haberdar gibidir. Beklediği çıkacaktır.önceden bunu kendi düşünmüştür zaten.)
ANASI: He oğul, söyle bana, dök içini. Kararın nedir, ne eylemeye karar ettin?
HALİL: (Başını kaldırır ve:) Gideceğim ana. Burda durmak gayri yakışmaz bana. Çocuklar bile yüzüme tuhaf bakar oldu. Köpekler (itler) ulur üstüme eve gelirken; sankim lanet vardır üstümde. Atam gibi bende gideyim cepheye diyorum. Gardaşlarımla omuz omuza verip mavzerimi kuşanayım, basayım mermiyi düşman üstüne. Ha, ne dersin...
(Anası bir süre sustuktan sonra gözleri ile gelinine bakar. Bu esnada Halil başını yere eğmiştir; suskunluk yüzünden. Gelinde telaşlıdır elbet. Anası elini tutar Halil’in, saçlarını okşamaya başlar. Sonra:)
ANASI: Doğru dersin oğul. Git... Atana yakışır bir evlat olduğunu kanıtla cemi cümle aleme. Sen öylesin oğul, için durmaz bilirim.
(Tekrar gelinine bakar ve:)
- Elifçe’ni sakın ola merak etmiyesin. Gözün arkada kalırsa olmaz. Düşünmeyesin bizleri. Dur hele, sana atanın silahını getireyim. Bu şerefe onunla git. (Ayağa kalkar ve sessizce dışarı çıkar.)
(İçerde Elifçe ile Halil kalmıştır. Bir süre sessizlik olur. Halil, Elifçe’ye doğru yaklaşır. Elinden tutar, biraz durduktan sonra yanına oturur. Elifçe’nin gözleri nemlidir. Halil, elini Elifçe’nin başına doğru götürür; ama dokunmadan geri çeker. Bu arada Elifçe’nin başı öne eğiktir. Halil, titrek bir sesle:)
HALİL: Elifçem, kınalı kuzum benim. Biliyorum, istemiyorsun. Ama neyleyelim. Bilirsin ki vatan borcu her şeyin önündedir. Kader böyle imiş. Sen gam tutmayasın sakın, gözün yaşlı olmaya. Asker karısı oluyorsun, asker karısı yiğit olmalı Elifçem. Başını dik tut ki efkar tuttuğunu anlayamasınlar.
(Bu sırada HALİL eliyle Elifçe’nin çenesinden tutarak başını kaldırır ve göz göze gelirler. Halil sözlerine devam eder:)
- Tek giden kendi eridir sanki. Diye söyletmeyesen. Vatan bizi bekler. Verdiği lokmanın hakkını ister bizden, içirdiği suyun hakkını. Senin hakkını ister benden. Bu hak boynuma vebaldir, Elifçem... Kınalı ellerinle arkamdan su dökerken göğsünü dik tut. Şeref dolu olsun göğsün.
ELİFÇE: (Üzgün, ne yapacağını bilemez.) Sen öyle dersin, söylemek kolaydır Halil’im. Lafa gelince her şey kolaydır. Bu yürektir, (eliyle kalbini gösterir, bağrına yumruk atar) taş değildir. Dayanmaz öyle hemen. Ama taş eylemesini de biliriz elbet. Sen erimsin, her şeyimsin. Evimin (bilgi yelpazesi.net) direği, gölümün nurusun. Gözü yaşlı olmam diyemem, sana gitme diyemem. Madem kararını vermişsen, bana laf mı düşer? Yolun açık olsun gayri ne söyleyim dahi...
(Halil Elifçe’nin elinden tutarak ayağa kaldırır. Başını göğsüne yaslar, hafiften sallanırlar. Elifçe gözünün yaşını siler.)
HALİL: (Titrek ve üzgün bir sesle) Anama iyi bakasın Elifçe. O, ocağımızın ışığıdır. O ışığı söndürmeyesin. Ola ki ben gelmeyecek (dönmeyecek) olursam...
(Elifçe Halil’in ağzını eliyle kapar, sert şekilde)
ELİFÇE: Sus... (sesini yumuşatarak) sus diyorum sana. Ağzından yeller alsın Halil’im. Etme bana böyle zulümü. Karalar bağlatma bana.
HALİL: Bu yol çetin yoldur Elifçem. Ne etsek yazgıya karşı gelinmez. Yüreğimde bu ateş oldukça geri dönmeye çalışacağım. Ama, gitmeden helalleşmeli. Gidişi olan, gelişi olmayan bir yol olabilir bizim için. (Elifçe’nin elini yüzüne sürerek öper. O sırada elinde silah Anası içeri girer. Halil, hemen gözlerini kurulamaya çalışır ve Elifçe’nin yanından utangaç bir şekilde uzaklaşır. Elifçe de yüzünü dönerek gözlerini kurular.)
ANASI:(Halil’e yaklaşarak silahı uzatır iki eliyle) Al oğul. Bağrına bastığında atanı hatırlayasın. Her tetiğe elin gidişinde elin bin düşman canı alsın. Düşman ki yediği kuşunla bin parça olsun. Allah’ımdan dilerim ki kara kara bulutlar onların başına çöksün. (Bunları söylerken hep vurgulu konuşur.)
(Halil anasının ellerini öper, yüzüne sürer. Diz çöker, ayağa kalkar ve anasına sarılır. Titrek ve buğulu bir sesle)
HALİL: Ana, hakkını helal eyleyesin ana.
ANASI: (Oğlunu bağrına bastırarak) Helal olsun oğul, helal.
(Cebinden çıkardığı oyalı bir mendille oğlunun gözlerini siler ve) :
-Al oğul, bu da anandan yadigardır sana. Baktıkça bizi hatırlayasın.
( Anası sessizce dışarı çıkar. Halil ile Elifçe birbirlerine sarılırlar.)
- SAHNE KARARIR -
- 2. PERDE -
SAHNE 1.
SAHNE: Köy meydanı.
(Süleyman Dayı ile Muhtar konuşurlar.)
MUHTAR:(Alaycı bir sesle) Duyduğuma göre Halil cepheye gitmiş. Giderken de ne gümbürtüne gümbürtü... Sankim ilk giden o bu köyden.
SÜLEYMAN DAYI: (Sesine bir sağlamlık, kararlılık vererek) Öyle deme Muhtar. İlk giden elbet o değildir, bunu sen de bilirsin. Bu gidişata göre son giden de o olmayabilir. Bunu sen de kestirebiliyorsundur. Ama Halil’in gidişi farklıdır diğerlerinden.
MUHTAR: (Gene alaycı bir ses tonuyla) Farkı da neymiş canım. Gitmeyip de anası eteği altına saklanaydı.
SÜLEYMAN DAYI: (Kızarak) O, yüreğinde yakıcı bir koru taşıyarak gitti. Kendiyle mücadele etti, kendini hazırladı bu kara yazgıya. Gidişinin altında bir aslan edası yatar onun.
MUHTAR: (Gene alaycı) Basit Süleyman Emmi, basit. Herkes gibi sıradan gitti o da.
SÜLEYMAN DAYI: (Kararlı) Basit şeyler en olağanüstün şeylerdir Muhtar. En güzel şeyler basitlikten çıkar çoğu zaman. Hiç kimsenin düşünmediği durumlarda öyle biri çıkar ki karşına, sen bile tanıyamazsın. Bunu ancak yaşayan bilir Muhtar, yaşayan.
(Süleyman Dayının söylediklerinden Muhtar etkilenir ve suçluluk duyarak, kızgınca susar;yüzü asılır. O sırada içeri bir çocuk gelir. Telaşlıdır, koşarak gelmektedir. Önce ayak sesleri duyulur. İçeri girdiğinde soluk soluğadır. Karşısında Süleyman Dayı ile Muhtarı görür. Nefes nefese konuşmaya başlar:)
ÇOCUK: Muhtar Emmi... Süleyman Dayı...
(Çocuğun halinden şaşkına dönen Dayı ile Muhtar bocalarlar.)
MUHTAR: (Telaşlıdır) Ne o oğlan, nedir bu halin? Söyle bakalım!..
ÇOCUK: (Göğsü alçalıp iner, titrek ve şüphe dolu bir sesle) Köye gelenler var, vallah gelenler var.
SÜLEYMAN DAYI: (Şüpheyle karışık bir korku hali sezilir) Kim gelenler tanıyon mu?
ÇOCUK: (Omuzlarını silker ve ellerini iki yana açar) Yok Süleyman Emmi, nerden biliyim ben. Ama üzerinde asker giysileri var. Az sonra gelirler. Aha şimdi dönerler köşeyi herhal...
(Muhtar ve Dayı şaşkındırlar. Az sonra askeri elbiselerle dört kişi çıkar gelir meydana. Biraz ürkek davranırlar. Elleri silahlarındadır. Hazırdırlar. Yüzleri ter içinde kalmış, botları toz içindedir. Elbiseleri yıpranmıştır, gözlerinden uyku akar adeta, yüzleri kirlidir. Rütbeli olanları yani çavuş söze başlar:)
ÇAVUŞ: Merhaba ağalar. (Emin bir yere geldiğinin güvencesini hisseder kendinde. Şöyle bir etrafa baktıktan sonra:) Biz cepheden gelmekteyiz. Çok yorulduk, bittik. Buraya sığındık. Kabul eder misiniz bizleri?
SÜLEYMAN DAYI: (Okşayan bir ses tonuyla) Hoş gelmişsiniz yiğitler. Hangi cepheden geliyorsunuz böyle?
ÇAVUŞ: Batı cephesinden DAYI. Yunanla vuruşma yaptığımız yerden.
MUHTAR: (Heyecanla) Hele söylen bakalım, hal vaziyet nasıldır?
ÇAVUŞ: Düşman denize doğru girmektedir. Galip geldik sayılır. Herkes yavaş yavaş dönmekte artık. Bizler de yurdumuza gitmekteyiz.
DAYI: Vay sağ olun yiğitler. Bunca zorlukla baş etmek zordur elbet.
ÇAVUŞ: He dayı, öyle. Düşman çoktur ama asker de yiğittir,bileğine güçlüdür evelallah
DAYI: Analar neler doğurur evlat, neler doğurmuştur. Bu vatan o anaların evlatları ile vardır; var olacaktır. Çok adam gönderdik biz de cepheye çok. Giden gitti, daha bir haber yok onlardan.
ÇAVUŞ: Gelir dayı yakında haberi. Herkesi sevenlerine bağışlasın Rabbim. Kavuşamayan (Biraz durur) toprak ananın koynundadır. (Başını önüne eğer) Olsun, ne çıkar (başını kaldırır) Vatan sağ olsun.
DAYI: Bir adamın namı gelir buralara. Mavi gözleri, altın sarısı saçları var imiş. Ordumuzu o yönetirmiş heybetle. Onu gören düşman silahı tertibi bırakır kaçar imiş, öyle midir oğul? Ne bilirsin?
ÇAVUŞ: (Heyecanlanır) He dayı aynı duyduğunuz gibidir. Bir aslan ki, kükredi mi dağ taş inlemekte. Bir evlat ki anaların göz nuru. Bir asker ki kuru toprakta yatar böbürlenmeden. Seninle benimle bir. Öyle büyüklenmek yok onda, sonuna kadar mücadele var. Onunla zafer bizim oldu evelallah...
MUHTAR: Çok şükür, bu günleri de gördük ya....
DAYI: Hele yiğitler siz yorgunsunuz. Şöyle bir gidelim, güzel bir yıkanın, temizlenin, karnınızı doyurun. Haydi evlatlarım, haydi gidelim.
(Hepsinde bir gurur vardır. Dayı elini Çavuşun omzuna atar ve berabere dışarı çıkarlar.)
SAHNE 2
(Köy meydanı. Çocuklar kendi aralarında oyun oynamaktadırlar.)
ALİ:(Arkadaşları döner, yerinde biraz durur ve heyecanlı) Hey çocuklar. Gelin buraya. Size ne söyleyeceğim... Köye gelenleri ben haber verdim biliyor musunuz? (Kıvançlıdır.) Muhtar Dayı ile Süleyman Emmi aha burada duruyorlardı (Eliyle bir yeri gösterir.) Adamlar da ondan sonra geldiler. Konuştular konuştular...
MEHMET:(Heyecanla) Ne konuştular Ali gardaş?
ALİ: (Eliyle bir işaret yaparak) Ne konuşmadılar ki... Adamlar çok yorgundu, üstleri başları pislik içindeydi... Çok vurmuşlar, çok düşman öldürmüşler.
BARIŞ: Başka ne söylediler Ali gardaş? (Heyecanlıdır.)
ALİ: (Biraz bekledikten sonra:) Bir de bir adamdan bahsettiler. Kumandanmış o adam. Gök rengi gözleri, buğday gibi sap sarı saçları varmış o adamın. Bir güldü mü yüzünde güller açarmış. Askerine bir emir verir, asker gözünü kırpmadan kendini düşman önüne atarmış. Yaa, öyle bir adammış bu...
(Çocukların gözlerinde bir umut belirir. Hepsi heyecanlıdır.)
SİNAN: (Heyecanla:) Gardaşlar, savaşçılık oynayalım mı?
(Çocuklar biraz düşündükten sonra:)
BARIŞ: Oynayalım, ama ben o adam olurum, siz de askerlerim...
ALİ: (Sert bir sesle) Olmaz...
BARIŞ: (Şaşkındır) Neden olmazmış...
ALİ: (Kararlı bir ses tonuyla) o adam gibi herkes olamaz da ondan. Hele hele çocuklar hiç olmaz. Anladın mı akıllım?
BARIŞ: (Umursamaz) Abartıyorsun be bırak sen de...
ALİ: Hey, laflarına dikkat et. ( Eliyle omzunu gösterir ve iki parmağını omzuna yapıştırarak) Böyle bir asker abi söyledi bunları. Kafamdan atmıyorum ya... Olmaz deyince olmaz işte.
SİNAN: Haklısın galiba. Ama oyun bu be, ne olacak?
ALİ: Oyun da olsa olmaz. Onun gibi olunsaydı bu zamana değin ağlamazdık. Babalarımız, abilerimiz cepheye gittiler. Hani gelenler var mı? Belki de gelmeyecekler. Herkes onun gibi olsa ona gerek olmazdı akıllım.
(Çocuklar kendi aralarında böyle konuşurken alana Süleyman Dayı girer. Dayı çocuklara doğru yaklaşır ve:)
SÜLEYMAN DAYI: Naber çocuklar? Ne bu hal böyle, ne bağrışıyorsunuz sabahtan beri?
ALİ: Hani dayı, askerler geldiğinde bir adamdan bahsetmişlerdi ya. İşte biz onu oynarken Barış o adam olmak istedi, bende karşı çıktım. Dedim ki, herkes o olamaz.
DAYI: Ufacık kafanızla büyük işler düşünüyorsunuz öyle mi? Vay yavrucaklarım benim, vay... Bakın yavrularım; bir adam çıkmış derler doğrudur, çok iş yapmış derler doğrudur, eşi benzeri yoktur derler doğrudur. Askeri peşine takıp sürmüştür düşman üstüne. Canımızı, malımızı, namusumuzu kurtarmıştır. Size ne mutlu ki böyle ataların çocuklarısınız. Yaşayın yavrularım (Çocuklar)...
(Çocuklar bir sevinç içindedir. Dayı ile beraber neşeli dışarı çıkarlar.)
SAHNE 3
SAHNE:Köy meydanında kadınlar çeşme başında konuşmaktadırlar.
NAZLI: (Dertlidir.) He Elifçe ne yapsak, boştur bu zamanda. İki kulaç atarsın, kendini derinde bulursun. Başımızda ne erimiz var ne de yanımızda gardaşımız.
ELİFÇE: (İçini çeker) Oy dertli başım benim. Halil’im gideli çok zaman oldu. Ne bir haber gelir cepheden, ne de kendisi gelir. Bu başımıza kaldık buralarda. Bebelerin bile ağlaması durmuştur; koyunlar tatlı tatlı melemez olmuşlar gayrı... Tarlada kaldıracak hasatda yoktur. Ne yer, ne içeriz bu dar zaman da. (Elini iki yana açar ve yere çökerek dizlerini vurur.)
BELKIS: (Teselli vermek ister gibi) Bundan daha beteri de ola bilirdi kızlar... Halimize şükredelim. Namert eli uzanmayacak buraya. Ya başımıza bir de bu geleydi ne olurdu halimiz?
ELİFÇE: (Merakla) Sen, namert elinin uzanmayacağını nerden bilirsin Belkıs kardeş?
BELKIS: Köye cepheden dönenler gelmiş diyorlar. Onlar (bilgi yelpazesi.net) diyorlarmış ki, düşmanı denize dökmeye az kaldı, devletin başına bir yiğit geldi ki dillere destan. Kılıcını salladım mı onlarca düşmanı yere serermiş o yiğit. Onu anlatmaya kelimeler yetmez diyorlar...
CANKIS: (Merakla) Kim ola ki bu acep?
BELKIS: Yiğitmiş, yürekliymiş. Kim olduğunu ne bilem!..
ELİFÇE: (Heyecanla, Umut dolu) Desene cephe sona eriyor; Yiğitlerimiz ocaklarına dönüyorlar. Hey Allah’ım, sana çok şükür, çok şükür...
(Ellerini Havaya kaldırarak dua eder...)
BELKIS: Dur hele Elifçe. Daha neler anlatırlar... Asıl iş bundan sonra başlıyor diyorlar. Toprağı kurtardık amma kuru toprak neye yarar, hiçbir şeye... Bu toprağa ürün lazım, ürünü kaldırmak lazım... Şimdi bunlar için savaş başladı diyorlar...
CANKIZ: Desene gene umutlar boşta. Neyleriz garip başımızla?
BELKIS: Bu sefer ki savaş silahlan, toplan değil diyorlar gelenler.bu savaş daha çetin, daha büyük diyorlar...
ELİFÇE: (Ümit dolu) Silah yoksa, kan yoksa her savaşa hazırız evelallah. Amma silah oldu mu can kafeste demektir... (Biraz durduktan sonra)
Halil’im bir döneydi (Sonra gözleriyle uzaklara bakar.)
(Bu sırada Belkıs Cankız’a yaklaşarak sessizce:)
BELKIS: Bu kızcağızın hali hal değildir. Allah gönlüne çare versin garibin.
CANKIZ: He ya, doğru söylersin, amma...
(O sırada Elifçe arkasını döner; kızlar konuşmayı keserler.)
ELİFÇE: (Sesi hüzünlüdür) O günler de gelir elbet. Sabır etmek gerekir, ama gönül sabıra ne kadar katlanır bilinmez ki...
NAZLI: Sabır, sabır... Başka çare mi var?
(O sırada meydanda bir gürültü belirir. Uzaktan koşarak ayak sesleri duyulmaya başlar. Az sonra içeri bir çocuk girer. Nefes nefesedir. Soluklanmaya çalışır, ellerini dizine dayayarak yere eğilir. Kadınlar şaşkındır. Ne yapacaklarını bilemezler. Çocuk kesik bir sesle söze başlar:)
ÇOCUK: Köye doğru... gelenler var... Yanlarında bir de bir şey getiriyorlar...
(Kadınlar daha da telaşlanırlar.)
NAZLI: Kimdir onlar, tanır mısın?
ÇOCUK: Yok, çok uzaktan gördüm. Kim olduklarını çıkaramadım. Yabancı herhalde bize. Ama halleri pek hayre alamet değil gibi gözüktü bana.
(Hala nefes nefesedir heyecanlıdır.)
ELİFÇE: Çocuk, bilmediğin şey için niye bu kadar telaşlanırsın öyleyse?
(Öfkelidir. Ama bu öfke bir korkunun dışarı yansımasıdır.)
ELKBIS: Durun, çocuğu sıkıştırmayın hele. Biraz soluklansın yavrucak.
ÇOCUK: ( Elifçe ye, ardından Belkıs’a bakarak)
- İçime bir şüphe düşmüştür, korku düşmüştür de ondan. Gelişleri pek hayre alamet değildir derim sizlere, anlamaz mısınız beni? - 8 -
ELİFÇE: Nereden bilelim hayır mı şer mi olduğunu? Ama bu kadarda abartmana gerek var mı çocuk? Belki karşı köyden gelenlerdir.
ÇOCUK: (Sesini yavaşlatarak) Galiba üzerlerinde asker elbiseleri vardı onların. Tam seçemedim ama, öyle görünüyordu uzaktan.
(Kadınlar telaşlanır, kimdir bu gelenler acep?)
ELİFÇE: (Heyecanla) Yoksa gelen bizimkiler midir kızlar? Allah’ım, Allah’ım (Ellerini havaya kaldırır, gözleri dolar...)
BELKIS: (İçini çekerek) İnşallah, inşallah öyledir...
(Alana doğru ayak sesleri yaklaşır. Bir asker ritmiyle adımlar yaklaşmaktadır. Salona önce erlerin konuşmaları gelir.)
ÇAVUŞ: Meydan bu tarafta galiba hele şöyle yaklaşalım bir. Bakalım, soralım.
ASKERLER: Emredersiniz.
(Alana Çavuş gelir. Alanda kadınları görür. Kadınlar onu görünce utangaç bir tavırla yüzlerini örter, kenara çekilirler.)
ÇAVUŞ: (Ürkek bir sesle) Merhaba bacılar.
(Kadınlar cevap vermez.)
- Biz bir şey sormaya geldik. Bir köy. Ceylan pınarı. Nerde olduğunu bilir misiniz?
(Kadınlar şaşkınlık ve heyecan içinde bir birlerine bakarlar önce. Sonra Nazlı:)
NAZLI: Burasıdır asker gardaş. Amma siz neyleyeceksiniz bu köyü?
ÇACUŞ: (Sıkıntılıdır.) Doğru geldik öyleyse. Bizler cepheden geliyoruz. Dışarda askerlerim var. Yani savaşın tam ortasından geliyoruz. Buraya bir emaneti ve haberi ulaştırmak için geldik.
(Kadınlar bunun üzerine sevinçle merakın karışımıyla birbirlerine bakarlar.Sonra:)
ELİFÇE: Söyle gardaş, hele söyle bize, gönlümüzü şen edecek, aklımızı başımızdan alacak haberlerini söyle bize.
ÇAVUŞ: (Başını önüne eğerek biraz duraklar. Vereceği haberin yükü altında ezilmektedir.)
ELİFÇE: (Korkmuştur) Ne oldu canım gardaşım, neye büktün boynunu. (Diye kadınlara bakar.) Hele söyle, nolur söyle de merakta koyma bizi.
ÇAVUŞ: Kusura kalma bacım. Görevim zordur biraz.
(Kadınlarda bir sessizlik belirir. Elifçe’nin yüreğine bir kor düşmüştür adeta.)
ÇAVUŞ: (Üzgün ve durgundur.) Bir yiğidin haberidir getirdiğimiz, kendisidir.
NAZLI: Kimdir bu yiğit dediğiniz, neden söylemezsin be asker? Hepimizin eri cephededir. Dört gözle bekleriz onları. Hele durma, söyle...
ÇAVUŞ: Söylemek kolay mı zannedersin bacım.
(Önüne bakar, elini tüfeğine götürür. Gözlerini yavaşça kaldırarak)
- Elifçe kimdir aranızda?
ELİFÇE: (Elinden bebesi alınmış bir ana şaşkınlığı ile ellerini göğsünün üstüne koyar ve ağzını açar. Ama ses çıkmaz. Kuru bir soluk çıkar ancak. Kesik bir sesle:)
(-Benim gardaş...)
ÇAVUŞ: (Elifçe’nin kim olduğunu anlayaraktan) Başın sağ olsun bacım. Allah geride kalanlara sabır versin...
(Elifçe önce karnını tutar. Bir an yığılır yere. Kızlar başına üşüşürler. Yazmasını çıkarırlar başından, alnını okşarlar.)
ÇAVUŞ: (Sert bir sesle) Getirin! (Emrini verir)
İçeri iki asker girer. Birinin omzunda Halil vardır. Asker, diğerinin yardımıyla Halil’i yere uzatır. Sahne hafiften kararır. Elifçe kendine gelmektedir. Yerde uzanan Halil’in bir eli öne doğru uzanmış ve avucu kapalıdır.
Elifçe yerden hafiften doğrularak Halil’e yaklaşır. Yavaş hareketlerle üzerine eğilir. Elifçe’nin dokunmasıyla Halil’in avucu açılır. Elinde anasının giderken verdiği (bilgi yelpazesi.net) oyalı mendil vardır. Mendil kana batmıştır.
Kadınlar da yere diz çökerler. Askerler hazır ol vaziyetinden elleri silahlarında Şehidin başında saygı duruşunda bulunurlar.
Bu esnada fondan Muş türküsü nün müziği gelir. Bu müzik eşliğinde kadınlar dövünmeye başlarlar yavaş hareketlerle.
- SAHNE KARARIR -
Sahneye ellerinde mumlar kişiler girer ve sahneyi dolaşmaya başlarken MUŞ TÜRKÜSÜ Söylenmeye başlanır. Hafif sallanaraktan ritim tutarlar. Türkünün bitimine doğru sahne aydınlanmaya başlar ve iki kişi; birinin elinde Türk Bayrağı, diğerinde Atatürk resmi seyircilere yönelik açarlar. Silahlar ortada çatılır.
- SAHNE KARARIR -
ŞİİR OKUNUR
BU SANCAK DÜŞMEZ
Ya istiklal ya ölüm parolasıyla çıktık yola;
Gözümüzü kırpmadık, vermedik asla mola.
Tüfeğe koyacak mermimiz yokken bile
Boyun eğmedik, eğmeyeceğiz kadere.
Yıldırım olduk, yağdık düşman mevzilerine,
Vurduk, kırdık, öldürdük birer birer;
Teslim etmedik canım toprakları düşman eline
Biz varken düşer mi bu sancak?
Düşmez düşmez dedi, Kan akacak...
Aktı kan, hem de köpük köpük, sel gibi.
Estik düşman üstüne, yıktık evini yel gibi.
Sen üzülme anam, bacım, eğme boynunu
Bozduk kahpe düşmanın yalan oyununu.
Anladı, gördü ki kolay ele geçmeyecek bu vatan,
Yer bulamadı kurşun sağanağından kaçan.
Gitti, düştü denize, gelmeyecek bir daha,
Gidenler dönmeye bilir, şehitler ölmeyecek ama.
Eğme boynunu anam, bacım sen üzülme.
Gözlerini sil, kin doğmasın yüreğine.
Bak bizler varız, oğullarınız, askerler...
Düşman kaçtı, gelir mi, hayır, gelmeyecekler.
Vatan sağ olsun, bu urda akan kan sağ olsun,
Gam etme yüreğine, anam, can sağ olsun.
ÖZGÜR BÜTÜNER
|
>>>TIKLAYIN<<<
|